Ne desem bilmiyorum. Hiçbir şekilde anlayamazsın beni. Kelimelerin anlamsız kalmasından korkuyorum. Ama anlatacağım yine de. Çünkü bana ne olduğunu bilmeni istiyorum. Aklımdan neler geçtiğini.
Konuşarak anlatamam bunları. Ne de gözlerinin içine bakarak. Ömrümün sonuna kadar o kahverengi okyanusta boğulacakmışım gibi geliyor. Asıl sorun, boğulmak isterim de...
Kararsızım belki, ama ne fark eder sen böyleyken? Canımı yakıyorsun. Zihnimde delice bir ızdırap var. Acının böyle mutluluk vereceğini bilemezdim. Bütün aklı başındalığımı duman duman eden acının sebebi, yine beni mutlu etmeyi başaran nadir şeylerden biri.
Bu delilik!
Seni düşünürken beynimde mantıklı olan ne kalıyor ki?Kafamın karışmasına izin vermemeliydim. Ama durdurabilsem durdurmaz mıydım zannediyorsun? Denedim. Tam bir sene olmuş. Seni düşlemeye başlayalı tam bir yıl. Ve hâlâ vazgeçemiyorum senden.
Artık bu hayatımın en büyük tutkusu. Bir insanı tutku haline getirmemeliydim. Ama dedim ya, yapamadım, bırakamadım seni. Belki de hayatımın en delice hatasısın sen, ama umrumda değil. Koca bir yalan olsan bile artık bırakamam seni. Artık değil.
Sana bakarken içimde bir şeylerin yandığını hissediyorum. Sanki yıllarca kutuplarda yaşamış, sıcakla yeni tanışan biri. Ömrümde ilk defa ısınmış gibiyim. Beni böylesine değiştiremezsin. Hayatımda bu kadar ilk olmamalı seninle ilgili.
Sen Tanrı’nın bana yolladığı cezasın.
Sadece on adım. On koca adım var. On adım kadar yakın. On adım kadar uzak. On küçük adımın böylesine uzak hissettirmesi... Sen benim asla sahip olmayacağım mücevherimsin. Ve ulaşılamaz olduğun için daha da değerlisin. Benim lanetim...
Gözlerinde kaybolmak. O iki kahverengi mucize. O gözlerin güzelliği içimi titretiyor. Bir kelime yüzlerce şey anlatabilir, evet; ama bir çift gözün bu kadar çok anlama gelmesi inanılmaz. Bazen gözlerine bakınca öyle şeyler görüyorum ki... Sadece tamamen kendin olduğun, insanlar için taktığın maskeyi çıkarttığın zamanlarda. En çok o zaman gözlerinde yitip gitmek istiyorum. En çok o zaman seviyorum seni.
Düşünüyorum da, başka zaman karşılaşmış olsaydık her şey nasıl da değişirdi... Düşlemekten fazlasını yapmıyor olmamın sebebi, senin küçük bir çocuk gibi davranman. Bir de ikimizin birden katır kadar inatçı olmamız var.
İstediğim bu değil. İki inatçı keçi, ikisi de düşüp boğulur. Aynı hikayedeki gibi. Senden istediğim bu değil.
Zamanın yaraları iyileştireceğine inanmıştım hep. Ama şimdi bakıyorum da, tamamıyla değişmiş olduğum koca bir yılın ardından, içimdeki sen hâlâ aynı. Aslında, benliğimin çok daha derinlerine inmiş. Öldüğüm gün aklımda gülümsemen olacak. Biliyorum.
Senin de bilmeni istiyorum. Seni ne çok istediğimi bilmeni. Seni ne çok sevdiğimi. Bunun gibi onlarca şey... Hepsini kulaklarına fısıldamak istiyorum. Tanrım; ‘kulağına fısıldama’yı aklımdan geçirirken zihnime dolan şeyleri yazabilmek imkansız! Konu sen olunca, bir fısıltı bile öylesine tutkulu ki...
Ama böyle büyük bir mutluluğun, seni izlerkenki sevincimin bir bedeli var. Sen yakındayken, her zerremde yaşadığımı hissediyorum, evet; ama öyle zorluyorsun ki beni. Evet, sen bir cezasın! İşkence ediyorsun bana. Şu bana anlattığın işkence aleti var ya (hani şu şampanya açacağına benzeyen, gerçi sen anlatırken pek anlayamamıştım.) onla her gün işkence etsen bana, bu kadar yanmazdı canım.
Çünkü karasızsın sen! Bir, gözlerime bakıp o delirtici gülümsemenle umut dolduruyorsun içime; bir zehir gibi sözlerinle derimi yüzüyorsun. Ve acınası bir delilikle, bana hakaret ederken bile seviyorum seni. Bana o küçümseyen bakışlarla baktığında bile sarılmak istiyorum.
Ve her şeyi unutup, yine sadece ruhunla baş başa kaldığın zamanlarda; benden başka kimse izlemiyorken seni, işte o zaman....
O zaman nasıl nefes aldığıma şaşıyorum. Sen on adım uzaktayken nasıl yaşayabildiğimi anlayamıyorum. On koca adım! Oysa, sen bana çok daha yakınken bile daha yakın olmanı istiyorum. Nefes alışını hissedebileceğim kadar yakın. Ruhuna sahip olabileceğim kadar yakın.
Bunun nasıl bir tutku olduğunu anlatmaya çalışmayacağım. İmkansız olduğunu biliyorum. Belki sen bunu hissedemeyecek kadar küçüksün. Sadece... sadece hissetmeyi hiç denemediğini biliyorum.
Her şeyini bilmek istiyorum. Zihninin en karanlık köşelerini... Bütün ruhunu. Buna gerçekten inanıyorum. Bazen. Ruhunu kontrol edebileceğime.
Hayır, hayır! Seni anlatmak için sözcükleri kullanmak zavallılık. Faydasız kalıyor cümleler. Ne zaman gözlerimi kapasam oradasın. Sen benimsin, hayalin benim. Başka hiçbir şeyin önemi yok. Canımı hiçbir şey yakamaz. Çünkü sana sahibim. Benim, senin olduğum kadar sen de benimsin. Ruhun, bedenin, gözlerin... Benden nefret etsen de, beni öldürmek istesen de benimsin...
Konuşarak anlatamam bunları. Ne de gözlerinin içine bakarak. Ömrümün sonuna kadar o kahverengi okyanusta boğulacakmışım gibi geliyor. Asıl sorun, boğulmak isterim de...
Kararsızım belki, ama ne fark eder sen böyleyken? Canımı yakıyorsun. Zihnimde delice bir ızdırap var. Acının böyle mutluluk vereceğini bilemezdim. Bütün aklı başındalığımı duman duman eden acının sebebi, yine beni mutlu etmeyi başaran nadir şeylerden biri.
Bu delilik!
Seni düşünürken beynimde mantıklı olan ne kalıyor ki?Kafamın karışmasına izin vermemeliydim. Ama durdurabilsem durdurmaz mıydım zannediyorsun? Denedim. Tam bir sene olmuş. Seni düşlemeye başlayalı tam bir yıl. Ve hâlâ vazgeçemiyorum senden.
Artık bu hayatımın en büyük tutkusu. Bir insanı tutku haline getirmemeliydim. Ama dedim ya, yapamadım, bırakamadım seni. Belki de hayatımın en delice hatasısın sen, ama umrumda değil. Koca bir yalan olsan bile artık bırakamam seni. Artık değil.
Sana bakarken içimde bir şeylerin yandığını hissediyorum. Sanki yıllarca kutuplarda yaşamış, sıcakla yeni tanışan biri. Ömrümde ilk defa ısınmış gibiyim. Beni böylesine değiştiremezsin. Hayatımda bu kadar ilk olmamalı seninle ilgili.
Sen Tanrı’nın bana yolladığı cezasın.
Sadece on adım. On koca adım var. On adım kadar yakın. On adım kadar uzak. On küçük adımın böylesine uzak hissettirmesi... Sen benim asla sahip olmayacağım mücevherimsin. Ve ulaşılamaz olduğun için daha da değerlisin. Benim lanetim...
Gözlerinde kaybolmak. O iki kahverengi mucize. O gözlerin güzelliği içimi titretiyor. Bir kelime yüzlerce şey anlatabilir, evet; ama bir çift gözün bu kadar çok anlama gelmesi inanılmaz. Bazen gözlerine bakınca öyle şeyler görüyorum ki... Sadece tamamen kendin olduğun, insanlar için taktığın maskeyi çıkarttığın zamanlarda. En çok o zaman gözlerinde yitip gitmek istiyorum. En çok o zaman seviyorum seni.
Düşünüyorum da, başka zaman karşılaşmış olsaydık her şey nasıl da değişirdi... Düşlemekten fazlasını yapmıyor olmamın sebebi, senin küçük bir çocuk gibi davranman. Bir de ikimizin birden katır kadar inatçı olmamız var.
İstediğim bu değil. İki inatçı keçi, ikisi de düşüp boğulur. Aynı hikayedeki gibi. Senden istediğim bu değil.
Zamanın yaraları iyileştireceğine inanmıştım hep. Ama şimdi bakıyorum da, tamamıyla değişmiş olduğum koca bir yılın ardından, içimdeki sen hâlâ aynı. Aslında, benliğimin çok daha derinlerine inmiş. Öldüğüm gün aklımda gülümsemen olacak. Biliyorum.
Senin de bilmeni istiyorum. Seni ne çok istediğimi bilmeni. Seni ne çok sevdiğimi. Bunun gibi onlarca şey... Hepsini kulaklarına fısıldamak istiyorum. Tanrım; ‘kulağına fısıldama’yı aklımdan geçirirken zihnime dolan şeyleri yazabilmek imkansız! Konu sen olunca, bir fısıltı bile öylesine tutkulu ki...
Ama böyle büyük bir mutluluğun, seni izlerkenki sevincimin bir bedeli var. Sen yakındayken, her zerremde yaşadığımı hissediyorum, evet; ama öyle zorluyorsun ki beni. Evet, sen bir cezasın! İşkence ediyorsun bana. Şu bana anlattığın işkence aleti var ya (hani şu şampanya açacağına benzeyen, gerçi sen anlatırken pek anlayamamıştım.) onla her gün işkence etsen bana, bu kadar yanmazdı canım.
Çünkü karasızsın sen! Bir, gözlerime bakıp o delirtici gülümsemenle umut dolduruyorsun içime; bir zehir gibi sözlerinle derimi yüzüyorsun. Ve acınası bir delilikle, bana hakaret ederken bile seviyorum seni. Bana o küçümseyen bakışlarla baktığında bile sarılmak istiyorum.
Ve her şeyi unutup, yine sadece ruhunla baş başa kaldığın zamanlarda; benden başka kimse izlemiyorken seni, işte o zaman....
O zaman nasıl nefes aldığıma şaşıyorum. Sen on adım uzaktayken nasıl yaşayabildiğimi anlayamıyorum. On koca adım! Oysa, sen bana çok daha yakınken bile daha yakın olmanı istiyorum. Nefes alışını hissedebileceğim kadar yakın. Ruhuna sahip olabileceğim kadar yakın.
Bunun nasıl bir tutku olduğunu anlatmaya çalışmayacağım. İmkansız olduğunu biliyorum. Belki sen bunu hissedemeyecek kadar küçüksün. Sadece... sadece hissetmeyi hiç denemediğini biliyorum.
Her şeyini bilmek istiyorum. Zihninin en karanlık köşelerini... Bütün ruhunu. Buna gerçekten inanıyorum. Bazen. Ruhunu kontrol edebileceğime.
Hayır, hayır! Seni anlatmak için sözcükleri kullanmak zavallılık. Faydasız kalıyor cümleler. Ne zaman gözlerimi kapasam oradasın. Sen benimsin, hayalin benim. Başka hiçbir şeyin önemi yok. Canımı hiçbir şey yakamaz. Çünkü sana sahibim. Benim, senin olduğum kadar sen de benimsin. Ruhun, bedenin, gözlerin... Benden nefret etsen de, beni öldürmek istesen de benimsin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen blog veya yazı hakkında yorum yapın. Önerileriniz daha iyisine giden bir yol olacak...