Bir gece yalnızdım ve bir şekilde müzikçalarıma Therion'un Sitra Ahra albümü yüklenmişti.
Fazla karanlık bir geceydi ve bir tür hiçlik-yoğunluk içinde kaybolduğumu söyleyebilirim.( Ki o gece, uyumamış gibi uyandığım peşpeşe sürüp giten "kayıp" gecelerimin ilkiydi.)
Kendimi avutma isteğiyle kulaklığımı geçirdim kafama, sonra hafiften sesini açtım...
Sitra Ahra'nın Introduction'ını da ilk duyuşum değildi o. Ama o gece şarkıyı gerçekten duymaya çok müsaittim.
Yatağıma tabuttaki bir ölü gibi yattım. Kolarımı firavun mumyaları gibi göğsümde kavuşturmayı da ihmal etmedim tabii...
Gözlerim kapadım.
Benim tuhaf bir özelliğim var, hiçbir dilde şarkıların sözlerini ilk dinleyişimde anlayamıyorum. Saçma gelse de radyoda duyduğum Türkçe bir şarkının nakaratının sözlerini algılayabilmem için birkaç defa tekrar etmesi gerekiyor. Ancak bunun bana getirdiği en güzel şey, ilk 10 dinlemede hiçbir şey anlamadığım şarkılar olması...
Bu şu demek: Sitra Ahra nedir, bir adım geriye atıp nereye girilmesi gereken yer neresidir, sözler nedir... Hiçbirini bilmeden kendimi sesleri, yalnızca seslerin olduğu bir dünyaya bırakmak...
Sadece ses, görselliğin ve her hissin kaybolduğu anda yalnızca sesler, ve öyle yoğun bir şekilde algılıyordum ki bu sesleri, gözlerimin biriktirdikleri suyu birdenbire damla damla bırakıvermelerini sakinlikle karşıladım.
Yatağın üstünde yattığımı biliyordum. Ama bunun dışında herhangi bir şeyi o an bildiğimi düşünmüyorum. Zaman ve görme algım tamamen devre dışı bırakılmıştı - geriyeyse ölüme çok yakın bir şey, o "mekan" hissi kalmıştı.
Bedenime sahip değildim, beyne veya düşnmeye de değil... Hayatımda ilk defa zihnime bir şeyler üşüşmedi. Bir tür felç gibiydi...
Ama mekan; acı verecek kadar dehşetli bir "var olma" hissi (o kadar, o kadar yaşıyor gibi hissettim ki...) tüm benliğimi doldurmuştu. Hatta ona küçük gelmiştim ve doldurdu beni, ardından taştı içimden.
Daha sonra bu anları düşündüğümde aklıma Poe'nun şu yazdıkları geldi:
"Yaşam ile Ölümü ayıran sınır belirsizdir. Birinin nerede bitip diğreinin nerede başladığını kim bilebilir?"
O anın, Sitra Ahra'nın, bu sınırı kaldırdığından o kadar emindim ki...
Ölmüş olduğumdan çok emindim, yaşadığımdansa yine emin - hiç olmadığım kadar hem de...
"Uyuşuk bir huzursuzluk hâli içindeydim. Acıya karşı duyarsızdım. Hiçbir şey umrumda değildi - hiçbir şey ummuyordum - hiç çaba sarf etmiyordum."
Evet, ama sonsuz yorgunluk...
Telefonunuzdan birine müzik dinletince veya telefonunuz mağaraların dibinde bile çekince "daha fazla hayat" olmuyor, reklamlarda dedikleri gibi. Daha fazla hayat ancak ölmekle mümkün.
Anlamadınız. Hadi gülün...
Resim: David Gough
.
Gerçek ölüm ruhsal olarak değil bedensel olarak gerçekleşir. Sözgelimi müzik dinlerken bu dünyayı bırakıp bir konserde dinleyici oluyorsan ölüyorsun demektir.
YanıtlaSilGerçek ölüm hayallerle gerçekleşir ve dediğin gibi, ölüm için daha fazla hayat gerekir.
Bunları neden söyledim? Yazını okuyunca aklıma gelen cümleler olduğu için ya da bir okuyucu olarak senin blogunda bana ayrılmış yere daha fazla yerleşmek için...
Belki.
Okin