05 Ağustos, 2010

Anne Frank'a İlgisiz Bir Mektup

Sana anlatacaklarım var Anne. Peter gibi... Evet, Peter. Hani daima sana ait olan ve kimsenin bilmediği.

Tanrı aşkına Anne, yeşil gözleri var! Renkli gözler pek hoşuna gitmiyor olabilir... Peter'ın gözleri ne renkti?

Anne o...

Neden aptallık yapıyorum ki değil mi? Kim o duyguyu anlatabilir?..

O anlatıyor biliyor musun... Bir şey söylüyor, bir hece, bir cümle... Ve aşkı dokunulabilir kılıyor.



Gözleri.. Ben... Kelimeler o kadar işe yaramaz ki! Anlatabilir misin Peter'a başını yaslayıp oturduğun geceleri? Anne... Dokunamıyorum ona. Yaslayamıyorum bile başımı. Onu izleyemiyorum bile! Ben... Hiçbir şey bilmiyorum.

O, Peter gibi değil. Peter biraz 'hanımevladı'ydı ama onu yola getirmiştin Anne. Ben ne yapacağım onunla? Giderek azaldığını hissediyorum. Yanyana iki S harflerinin gittikçe sıradanlaştığını hissediyorum.

Anne Frank. Güzel bir ismin var. O benimkinin sonuna iyelik eki ekleyince benim de harika bir adım oluyor.

Anne... Tanrı neden cezalandırıyor beni? Ben bunu hak edecek hiçbir şey yapmadım! Yapmadım! Ben geçmişteki her pisliğimin bedelini ödeyemedim mi daha Anne? Ben bunun verdiği acıyı hakedecek bir günah işlemiş olamam. Bu ceza için Tanrıyı öldürmüş olmak gerekir!

Yavaş yavaş erimesini izlemek... Ben Tanrıyı öldürmedim! Öldürmedim! Lanet olsun neden yapıyor bunu bana?!

Çok güzel gözleri var Anne...

Neden olmuyor peki?
Onu parçam yaparken acıttı beni, evet. Ama şimdi ne önemi var?

Televizyonda şarkımızı çalıyorlar. Adamın 'forever' deyişi hoşuma gidiyor...
Sence tanrı beraber ölmemize izin verir mi?

Bu yazyı sana anlatır gibi yazdığım için kızar mı? Ruhumu öldürsem kan çıkar mı? Yeniden başlayabilirim ben hiç yılmadan; şimdi neden böyle?

Anne! Durdur lanet zamanı, istemiyorum hiçbir şey olsun...
O yoksa ben en yaparım bu kadar günü?

Gider mi Anne? Durdurabildim mi onu o gece?

Sen benden çok daha iyisin. İkinci Anne. Melek. Söylesene, nasıl öldün Peter'dan uzak?

Ben dayanamıyorum! İçindeki alev sönerse... Evet biliyorum, tamamen söndüremez ateşi. Ama közlerle ısınmak acıtır beni.
Sokağa atılmış küllere bile razıydım eskiden. Ama BENİM oldu o.
Ben ondan vazgeçmeyeceğimi biliyorum. O güzellik...

Eskisi gibi sever mi beni Anne? Ben değer verilmek istiyorum evet;ama kırılacak cam değilim ben.

Ben nerede hata yapyım Anne?
Neden?
Neden böyle yapmak zorunda?
Tüm kelimeler onun için.
Tüm şarkılar. Her nefes.
Neden Anne?
Ben ondan kendinden başka ne istedim Anne?
Ne?..

Kısa Lafın Uzunu...

Geçenlerde uzun süre yazmamıştım, üzerimden kamyon geçtiğini söylemiştim hatırlarsanız. Eh, bir aydır sesimin soluğumun çıkmamasının başka önemsiz nedenleri de var tabi, ama bu süre içerisinde üzerimden yeterince kamyon geçti diyebilirim...

Boşversenize...
Burdayım işte ne fark eder?

Biliyor musun bazen çok umutsuzluğa kapılıyorum.
Asla dokunamayacağım hissi...

Boşver.
Baksana, çenem düşmüş benim bu kadar süre blogdan ayrı kalınca.

Ama çok özledim. Blogu da tabi, ama kastettiğim sesin. Bilmiyorum. O ses kocaman bir sel benim için. Her an gülmeye, ağlamaya, neşeyle dans etmeye de ağıt yakmaya da hazır... Kendimi kaybetmek işte buna deniyor.

Bu aralar beni şaşırtıyorsun. Sanki kendini saklıyormuşsun gibi geliyor bazen. Eskisi gibi acılarına doknmama izin vermiyorsun. Ne de benimkilere yardım ediyorsun.

Çok kızdırdım seni biliyorum.
Ama bu kadar yıkıcılığa... Ve bu kadar...

Ne önemi var ki!
Dedim ya, çenem düşmüş. Eskiden de terslerdin, hem de nasıl...
Ama o terslemeler bitince beni bir mutluluk kaplardı. Çünkü açtığın yarayı tamir etmeye çalışırdın. Kendi kendime öleyim diye bırakmazdın. Kalırdın, daha çok hırpalardın ama o hırpalama acımı dindirirdi.

Bırak değerli bir cam vazoymuşum gibi davranmayı! Kır beni biraz, ne olacak... Eskisi gibi, tutkuyla acı çektir. Ama bırakma beni.

Çok şey istiyorum belki de. Ama istemek için bir sebebim var. Biliyorsun bu sebebi değil mi... Hani şu beni dünya üzerinde en çok mutlu eden. Hani bu sabah olmadan ölürüm dediğim şey...

Biliyor musun ama ne yaparsan yap gerçekten iyisin sen.
İyi.
Bana verdiklerini düşünüyorum ve aslına bakılırsa 'iyi' kelimesi çok anlamsız kalıyor. Yetersiz.

Benden korkuyor musun?
Aslına bakarsan, konuşup durduğum kadar çok şey istemiyorum ben. Bilirsin...
Sadece...
Hayatta kalmak için ihtiyacım var...

Acıttım biliyorum. Kızdırdım... Ama deniyorum düzeltmeyi.
Yardım et sadece.
Uzaklaşıp gitme.

Aradabir kaçmaya ihtiyacın oluyor biliyorum. O zaman git, yoksa fazlalık oluyorum sana.

Ben ne olduğumu şaşırdım biliyor musun... Tanrıça mı yoksa... Yoksa kum torbası mı?
Uygun bir benzetme değil farkındayım ama sana yönelik ve anlamışsındır umarım.
Asıl mesele, ben ikisiyken de mutluyum. Elbette o için duygu doluykenki halimiz kadar mutlu olmuyorum ama yine de...

Çok güzel.
Aslında bu kadar laf kalabalığını bunun için yaptım.
Ne olrsa olsun harika olduğunu söylemek için.
Çünkü...
öylesin.

Herr Mannelig, Herr Mannelig...




İnsanın bazen uzaklaşması gerekiyor. Kaçmak değil; kaçmak... saçmadır. Benim bahsettiğim unutmak. Evet unutmak gerekiyor. Acı verdiği için değil, zihni yorduğu için. Zihni. Ve kalbi.





Unutmak istediğimde müzik dinlerim ben. Dünyayı unutmak için en işe yarar yoldur bence. Kulağınıza kulaklığınızı takar, gözlernizi kapatırsınız. Kısa süreliğine sonsuz uyku hissi veren bu küçük uzaklaşma bana yeterli.





Az önce yine uzaklaşmıştım. Neden bilmiyorum.





Nefret ettiğim bir yemeği yedim, sonra kulaklığımı takıp kendime güzel bir Haggard şarkısı açtım. Yatağıma yüz üstü uzandım ve gözlerimi kapadım. In a Pale Moon's Shadow. En sevdiğim şarkılardan biri. Eskiden bu şarkının kafamdaki anlamı aşktı. Hala sonlarına doğru o güzel ritmi içimde aşk olarak hissederim. Bir piyanistin boynunu okşayan, şarkısına eşlik eden rüzgar gibi...

İşte konuşmak istediğim tam da bu.

Ne zaman o şarkıları dinlesem... Herr Mannelig... Robin's Song... Sözleri önemli değil, o melodi...

Aşkın Haggard şarkılarınının akan sesleri gibi olduğuna inandığım günler...

Pek yalan değilmiş bu inanış.

Ama yine de soruyorum bazen, zihnimi gerçekten kirletmeli miydim, diye.

Evet bu nankörlük. Bu kadar harika şeye karşılık ufak bir şüphe düpedüz nankörlük. Ama o kadar seviyorum ki bu güzelliği.

Ve evet, aşk Herr Mannelig'deki gibi narin ve nazik bazen. Ama kim inkar edebilir ki arada bir yerlerde o kalın sesli vokal ve can acıtan davul vuruşları olmadan o güzel şarkı tamamlanmıyor...