28 Kasım, 2010

na und???

İşte dünyanın en güzel sorusu:

NA UND???

"Ne olmuş yani?"

Evet "öyle"yim, ne olmuş?
Evet! Aynen "böyle"yim; NE olmuş?

Evet, öyleyim, arkamdan -VE yüzüme- söylediğiniz gibiyim!
Konuşmayı bilmez, durmaı bilmez, mahvetme isteği...


İflah olmazın tekiyim, ne olmuş!

Falan gün elim falancanın!... Ne olmuş!
Geçen gün ..... demişim, ne olmuş?
Önceki gece bir eve girmişim! Olduysa olmuş!

Öldürürler insanı!


Bir küfretmedikleri kaldı, diyeceğim, onu da ettiler!

Eeee...


DEDİKODU hepsi!


Kim söylemiş beni
Süheyla'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüğümü,
Yüksek kaldırımda, güpegündüz ?
Melâhat'ı almışım da sonra
Alemdar'a gitmişim, öyle mi ?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda ?
Güya bir de Galata'ya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç,
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.
Ya, o Muallâ'yı sandala atıp,
Ruhumda hicranın'ı söyletme hikayesi ?


Yapmışsan ne olmuş, Orhan Veli! NE olmuş yaptıysak?


Tramvayda... A a a a aaaa!
Geçin bunları!



Geçen sene şöyle demişim! Kayıt mı tutuyorsunuz mübarek?!



Evet, hiç de sevmem seni, ne olmuş?



Dün gece kendimi asmışım. Ne olmuş? Ne? Ne-ne-ne? NE?




     ... na und?!

.

Gelecek de bir gün gelecekmiş! Ee, ne olmuş yani?


.



27 Kasım, 2010

Saçmalıklar Resmi Geçidi

Yaşasın. Ne kadar sönük oldu!
Bilmem.
Söyleyecek çok şeyim olunca öyle aval aval ekrana (veya kağıda) bakakalmak köklü bir huydur bende.

Bir başlasam içimden ...
İç demişken yakında içimden Edgar Allan ağacı çıkacak! (Ne güzel olurdu!)
Tutulmuş, büyülenmiş halde süzülüyorum ve tüm bunları ölü bir adam yapıyor...
- Aslında dünyada pek az şeyi canlılar yapıyor. Nerede okumuştum hatırlamıyorum; dünyanın ölüler tarafından yönetildiğini söylemişti biri.

Biri de... herkes bir şey söylüyor sonuçta!


Bende de huy oldu bakın...
Odama giriyorum, kitaplığa bakıyorum. Karşımda direk Edgar Allan'ın resmi (İthaki Yayınları Bütün Hikayeler basımının sırtlarından parça parça bir Poe yüzü çıkıyor...). İçimden geliyor, selam veriyorum. "İyi akşamlar Poe!" -Keyfim yerindeyse ona Allan diyorum.- "Ah Virginia, sana da!" (Bu Virginia Woolf için). Süskind... Kafka! Lovecraft... Ne var London?

Böyle böyle dün gece bütün yazarların resmi geçidini yaptım kafamda.

Resmi geçit deyince aklıma Orhan Veli geliyor...


Aşk Resmi Geçidi

Birincisi o incecik, o dal gibi kiz,
Simdi galiba bir tüccar karisi.
Ne kadar sismanlamistir kim bilir.
Ama yinede de görmeyi çok isterim,
Kolay mi? ilk gözagrisi.


Ikincisi Münevver Abla, benden büyük
Yazıp yazıp bahçesine attigim mektuplari
Gülmekten katılırdı, okudukça.
Bense bugünmüş gibi utanırım
O mektuplari hatırladıkça.

............................çıkar
............................durduk mahallede
..........................................halde
...........................adlarımız yan yana yazılırdı duvarlara
.......................................yangın yerlerinde.

Dördüncüsü azgin bir kadin,
Açik saçik seyler anlatirdi bana.
Bir gün de önümde soyunuverdi
Yillar geçti aradan, unutamadim,
Kaç defa rüyama girdi.

Besinciyi geçip altinciya geldim
Onun adi da Nurünnisa.
Ah güzelim
Ah esmerim
Ah
Canimin içi Nurünnisa.

Yedincisi Aliye, kibar bir kadin
Ama ben pek varamadim tadina,
Bütün kibar kadinlar gibi,
Küpe fiyatina, kürk fiyatina.

Sekizincisi de o bokun soyu:
Sen elin karisinda namus ara,
Kendinde arandi mi, küplere bin.
Üstelik kendinde de
Yalanin düzenin bini bir para.


Ayten'di dokuzuncunun adi,
Barlarda göbek atar
Is baisnda sunun bunun esiri,
Ama bardan çikti mi,
Kiminle isterse onunla yatar.


Onuncusu akilli çikti
Birakti gitti beni.
Ama haksiz da degildi hani,
Sevismek zenginlerin harciymis
Issizlerin harciymis.
Iki gönül bir olunca
Samanlik seyranmis ama,
Iki çiplak da - olsa olsa -
Bir hamama yakisirmis.


Isine bagli bir kadindi on birinci.
Hos, olmasin da ne yapsin?
Bir zalimin yaninda gündelikçi;
Adi Luksandra
Gece odama gelir,
Sabaha kadar kalir.
Konyak içer, sarhos olur,
Sabahi da, isbasi yapardi safakla....


Gelelim sonuncuya.
Ona bağlandığım kadar
Hiçbirine bağlanmadım.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlik budalasi,
Ne malda, mülkte gözü var.
Eşit olsak, der,
Hür olsak, der.
Insanlari sevmesini de bilir,
Yasamayi sevdiği kadar.
                                                                                               (Orhan Veli Kanık)

Çok gülümsetmişti beni, ilk okuduğumda...  (Bir diş fırçasına sarılı bir kağıda yazıldığından bir kısmı eksiktir şiirin, okunamaz haldedir.)

Ben ki çok düşünmüştüm, bir kadın nasıl olmalı, diye...

Sonradan anlar gibi oldum cevabı, ama anlatamadım nedense.


Şimdi ne yeri ne zamanıdır bunu konuşmanın...
Birden aklıma geldi de...


Saçmalıklar da bırakmıyor peşimi!



Ah, duvardaki iz mi... Sümüklüböcekmiş!


Virginia Woolf okudukça, okudukça....
Çocuk hissediyorum kendimi. Yazdıklarım küçülüyor gözümde.

Nedense herkesten iyi anlıyormuşum gibi hissediyorum onu, kadın olduğu için. (Cinsimin yazma konusunda hep hep korkunç ıstıraplar içinde olduğu hissine kapılırım çünkü.) Dedim ya, şimdi vakti değil bunun.


Geçsin saçmalıklar, yeniden!
Kelimeler ve kelimeler ve bir daha!

Kuyu ve Sarkaç!

Belki de... Belki de..!

.

Resim: Victoria Frances

22 Kasım, 2010

Kuzgun (The Raven), Edgar Allan Poe

KUZGUN
Yem olmamak için azgın fırtınaya, sığınmıştım bir ardıcın kovuğuna;


Sabırsızlıkla beklerken sabahı, ilişti gözlerime sıcak bir odanın


aydınlığı.

Gözlerimi diktim camlara, baktım içeride genç bir adam tek başına

oturmakta;


Ölümün gölgesi düşmüş gözlerine, başı önde derin derin düşünmekte


Kendi çilem yetmezmiş gibi bana, uçtum yüzü kederle güzelleşen bu


adama


Mezer taşını andıran bir koltukta oturan o yıkılmış adama.






Kasvetli bir gece yarısı, düşünürken zayıf, tasalı


Yabansı, tuhaf sesi üzerine eski, unutulmuş bilgilerin,


Uykunun eşiğinde düşerken başım öne, aniden bir tıkırtı geldi içeriye


Sanki biri usulca vurdu, vurdu kapısına odamın


"Bir ziyaretçi olmalı," diye mırıldandım, "bir ziyaretçi çalıyor kapısını


odamın


Yalnızca bu, başka bir şey değil."






Korkunca kanatlarımın sesinden, ürküttüm onu istemeden,


Başladı kendi kendine konuşmaya, belki de ihtiyacı vardı bir arkadaşa


Nasıl bir acıydı onu böyle içine döndüren, gözleri açıkken kabuslar


gördüren,


Keşke konuşacak kadar gelişmiş olsaydı dilim, bu düşküne hemen yardım


ederdim


O ise unuttu bile beni, unuttu odasının önündeki gölgemi.


Anlamsızca mırıldanıyor dudakları, yitik bir bakışı gizliyor


gözkapakları.










Ah, çok iyi anımsıyorun, solgun bir aralıktı


Ölen her kor bırakıyordu hayaletini döşemeye ayrı ayrı


Nasıl diledim nasıl, bir sabah olsa; -ödünç almak için aradım kitaplarımda


Acının ara verdiği anı boşuna -yitirdiğim Lenore'un verdiği acı-


O eşsiz, ay yüzlü masum kız, meleklerce konmuştu Lenore adı,


Sonsuzluğa karışan o yitik adı






Fısıldayınca böyle sevgilisinin adını, yaşayacak sanıyor yeniden o


tutkulu anları


Buruk bir sanrı salınıyor tüllerle, salınıyor tüllere bürünmüş bir

genç kız görünümünde


Salınıyor ışığın aydınlatmaya yetmediği bu alacakaranlık adamın


yüreğinde,


Bitmek tükenmek bilmeyen o uğursuz kış gecesinde,


Titrek bacaklarının üzerinde doğrularak, dinlemeye çalışıyor o tuhaf


hayali


En renkli düşlerin bile özlemini dindiremeyeceği o narin hayali






İpeksi mor perdelerin üzgün, kararsız sesi


Ürküttü beni, o güne kadar hissetmediğim bir dehşetti kaplayan içimi


Hızla çarparken yüreğim, sürekli yineledim


"Bir ziyaretçi," dedim, "içeri girmeyi diliyor kapısında odamın


Geç kalmış bir ziyaretçi, girmeyi diliyor kapısında odamın


Hepsi bu, başka bir şey değil"






Dikkatsiz bir kıpırdanış, fark ettirdi beni, fark ettirdi kara


gölgemi.


Yine de anlamış değil, benim yalnızca bir kuş olduğumu;


Ona yardım etmek için güvenli yuvamı bırakıp penceresine konduğumu.


O kendi cinnetini büyüterek içinde, savuruyor belleğini karanlık


rüzgarların önüne;


Gizli bir zevk de alıyor bundan, damarlarında dolaşan o katıksız

acıdan.


İşitiyorum korkusunu duvarların ardından, görüyorum sararmış yüzünü


pencerenin kenarından.






Ruhuma güç geldi aniden, artık ikircime düşmeden


"Bayım," dedim, "ya da bayan, diliyorum sizden affımı


Ancak şudur olan, uyukluyordum, çalındı kapım,


Çalındı belli belirsiz, kapımı tıkırdatan sizdiniz;


Öyle ki emin olamadım duyduğuma bir tıkırtı" - İşte açtım ardına dek kapımı;


- Yalnızca karanlık, başka bir şey değil






Yanlış yerde arıyor beni, bir insan sanıyor bu solgun sisler içinde


bekleyeni.


Çok genç sayılmasa da tanıyamamış daha insanoğlunu;


Umut diye onlara sesleniyor hala, hiç anlayamamış yaşamı bu zavallı


budala.


KAhrediyorum dilsizliğime, seslenmek isterdim bu talihsiz şaire;


Boşuna dikme gözlerini gecenin sisine, o genç kızın hayalini artık


bekleme,


O çoktan karıştı toprağın tenine, çoktan alıştı sessizliğin sesine.






Karanlığın derinliklerini gözledim, uzun süre orada korkuyla merakla bekledim


Şüpheyle düşledim hiçbir ölümlünün düşünmeye cesaret edemeyeceği düşler;


Ama sürekliydi sessizlik ve hiçbir yanıt vermedi


Söylenen tek sözcük, fısıldanan bu addı, "Lenore?"


Fısıldadım, yankı bana fısıldadı yeniden, "Lenore!"


Yalnızca bu, başka bir şey değil.






Odama döndüğümde, bütün ruhum yanıyordu bedenimde.


Yeniden duydum daha güçlü bir tıkırtı,


"Eminim," dedim, "eminim, bu bir şey penceremin kafesindeki;


Bakmalı ne ise oradaki, çözmeli bu sırrı;


Yalnızca rüzgar, başka bir şey değil!






Kepengi açınca, gördüm kanat çırpan telaşla,


Geçmişin kutsal günlerinden gelen heybetli bir kuzgun,


Aldırmadan hiç bana, durup dinlemeden bir dakika,


Bir lord ya da lady edasıyla, tündei odamın kapısına,


Tünedi Pallas büstüne, duran kapımın hemen üstünde;


Tünedi ve oturdu, hepsi bu.






Bu abanoz siyahı kuş takındığı sert, kara ifadeyle,


Döndürdü karamsarlığımı bir gülümsemeye.


Dedim: "Kesinlikle korkak değilsin, kırık olmasına rağmen sorgucun,


Gecenin kıyısından gelen, ölüye benzeyen antik kuzgun,


Söyle nedir gecenin ölüler kıyısındaki adın!"


Dedi: "Hiçbir zaman!"






Şaşırdım bu tuhaf kuşun konuşmasına, böyle açıkça,


Çok kısa ve ilgisiz olmasına rağmen yanıtı;


Katılmadan edemeyiz bu fikre kutsanmamıştır hiç kimse


oda kapısının üstünde bir kuş görmekle;


Kuş ya da canavar tüneyen kapısının üstündeki büste,


anılan "Hiçbir zaman" gibi bir isimle.






Ama kuzgun tek başına oturarak sakin büstün üzerine;


Yalnızca bir sözcük söyledi, o sözcük taşıyordu sanki ruhundan;


Ne tek bir tüyünü kıpırdattı, ne de başka bir şey çıktı ağzından.


Ta ki ben zoraki mırıldanana kadar, "Daha önce diğer arkadaşları uçup gitti;


Yarın o da terk edecek beni, tıpkı uçup giden umutlarım gibi,


Ama kuş dedi: "Hiçbir zaman!"






Ürktüm sessizliği bozan bu yerinde yanıttan,


"Kuşkusuz," dedim, "bildiği bu birkaç sözcüğü,


Öğrenmiş, insafsız belaların kovaldığı mutsuz bir sahipten;


Şarkıları tek nakarat oluncaya kadar kovalanan o mutsuz kişiden.


Öğrenmiş, umudun ağıdı olan şu kederli nakaratı:


"Hiç-hiçbir zaman!"






Ama kuzgun hala döndürüyordu hayalimi gülümsemeye;

Oturdum kuşun, büstün, kapının önündeki koltuğun üstüne;

Gömüldükçe kadife yastığın içine, gömüldüm hayalden hayale,

Düşündüm geçmişten gelen bu uğursuz kuşu;

Geçmişten gelen bu zalim, tuhaf, korkunç, sıkıcı, uğursuz kuşu.

O tekrarladı ilençli sesiyle, "Hiçbir zaman!"






Oturup, tahmine koyuldum tek hece söylemeden kuşa,


Ateşli gözleri kalbimi dağlayan kuşa;


Tahminimi sürdürdüm yaslayarak başımı;


Lambadan süzülen ışığın aydınlattığı yastığın kadife kumaşına,


Lambanın aydınlattığı menekşe moru kadife şekilleniyordu ışıkla;


O hiç yaslanamayacak, ah! Hiçbir zaman, bir daha!






Sanki hava ağırlaştı gizli bir buhurun kokusuyla; sallandı yer,

Ayaksız meleklerin adımlarıyla, ayak sesleri dönüştü tüy kaplı zeminde


çıngırak seslerine.

"Zavallı," diye bağırdım kendime, "Tanrın gönderdi bu iksiri sana


melekleriyle,


Unutasın diye bir an Lenore'un anılarını.


İç, kana kana iç bu ilacı, unut artık şu yitik Lenore'un aşkını!"


Kuzgun dedi: "Hiçbir zaman!"






"Peygamber!" dedim, "ilençli varlık! -kuş ya da şeytan, yine peygamber!-


Bir kışkırtıcı mıydı seni gönderen, ya da fırtına mı bu kıyıya getiren,


Yine de çok cesursun bu ıssız, büyülenmiş yerde-


Korkunun terk etmediği bu evde -yalvarırım bana doğruyu söyle-


Var mı? Var mı umar Tur-i Sina'da? -söyle- yalvarırım söyle!"


Kuzgun dedi: "Hiçbir zaman!"






"Peygamber!" dedim, "ilençli varlık! -kuş ya da şeytan, yine peygamber!-


Üzerimizde uzanan cennet adına, ikimizin inandığı tanrı adına;


Söyle bu hüzün yüklü ruha, o uzak cennette,


Sarılabilecek miyim, meleklerin Lenore diye adlandırdığı o kutsal kıza?


Sarılabilecek miyim meleklerin Lenore diye andığı o eşsiz, ay yüzlü kıza?


Kuzgun dedi: "Hiç - hiçbir zaman!"






"Bu sözcük ayrılığımıza işaret olsun kuş ya da iblis!" diye bağırdım.


"Geri dön fırtınana, dön gecenin ölüler kıyısındaki diyarına!


Tek bir kara tüyünü bile bırakma, işareti olarak ruhunun söylediği o yalanın!


Yalnızlığımı bozma! Kapımın üstündeki büstü terk et!


Gaganı çıkar yüreğimden, bedenini kapıdan al git!"


Kuzgun dedi: "Hiçbir zaman!"






Kuzgun bir an olsun ayrılmadı, oturdukça oturdu,


Oturdukça oturdu oda kapımın hemen üstündeki Pallas büstünde;


Benziyordu gözleri hayal kuran bir şeytanın görüntüsüne,


Vuruyordu kara gölgesini yere lambadan yansıyan ışık;


Kapalı kaldu ruhum bu kara gölgenin içinde,


Kurtulamayacak - Hiçbir zaman!

çev: Burçak Özlüdil



    



               
              
         THE RAVEN


Once upon a midnight dreary, while I pondered weak and weary,



Over many a quaint and curious volume of forgotten lore,


While I nodded, nearly napping, suddenly there came a tapping,


As of some one gently rapping, rapping at my chamber door.


`'Tis some visitor,' I muttered, `tapping at my chamber door -


Only this, and nothing more.'






Ah, distinctly I remember it was in the bleak December,


And each separate dying ember wrought its ghost upon the floor.


Eagerly I wished the morrow; - vainly I had sought to borrow


From my books surcease of sorrow - sorrow for the lost Lenore -


For the rare and radiant maiden whom the angels named Lenore -


Nameless here for evermore.






And the silken sad uncertain rustling of each purple curtain


Thrilled me - filled me with fantastic terrors never felt before;


So that now, to still the beating of my heart, I stood repeating


`'Tis some visitor entreating entrance at my chamber door -


Some late visitor entreating entrance at my chamber door; -


This it is, and nothing more,'






Presently my soul grew stronger; hesitating then no longer,


`Sir,' said I, `or Madam, truly your forgiveness I implore;


But the fact is I was napping, and so gently you came rapping,


And so faintly you came tapping, tapping at my chamber door,


That I scarce was sure I heard you' - here I opened wide the door; -


Darkness there, and nothing more.






Deep into that darkness peering, long I stood there wondering, fearing,


Doubting, dreaming dreams no mortal ever dared to dream before;


But the silence was unbroken, and the darkness gave no token,


And the only word there spoken was the whispered word, `Lenore!'


This I whispered, and an echo murmured back the word, `Lenore!'


Merely this and nothing more.






Back into the chamber turning, all my soul within me burning,


Soon again I heard a tapping somewhat louder than before.


`Surely,' said I, `surely that is something at my window lattice;


Let me see then, what thereat is, and this mystery explore -


Let my heart be still a moment and this mystery explore; -


'Tis the wind and nothing more!'






Open here I flung the shutter, when, with many a flirt and flutter,


In there stepped a stately raven of the saintly days of yore.


Not the least obeisance made he; not a minute stopped or stayed he;


But, with mien of lord or lady, perched above my chamber door -


Perched upon a bust of Pallas just above my chamber door -


Perched, and sat, and nothing more.






Then this ebony bird beguiling my sad fancy into smiling,


By the grave and stern decorum of the countenance it wore,


`Though thy crest be shorn and shaven, thou,' I said, `art sure no craven.


Ghastly grim and ancient raven wandering from the nightly shore -


Tell me what thy lordly name is on the Night's Plutonian shore!'


Quoth the raven, `Nevermore.'






Much I marvelled this ungainly fowl to hear discourse so plainly,


Though its answer little meaning - little relevancy bore;


For we cannot help agreeing that no living human being


Ever yet was blessed with seeing bird above his chamber door -


Bird or beast above the sculptured bust above his chamber door,


With such name as `Nevermore.'






But the raven, sitting lonely on the placid bust, spoke only,


That one word, as if his soul in that one word he did outpour.


Nothing further then he uttered - not a feather then he fluttered -


Till I scarcely more than muttered `Other friends have flown before -


On the morrow he will leave me, as my hopes have flown before.'


Then the bird said, `Nevermore.'






Startled at the stillness broken by reply so aptly spoken,


`Doubtless,' said I, `what it utters is its only stock and store,


Caught from some unhappy master whom unmerciful disaster


Followed fast and followed faster till his songs one burden bore -


Till the dirges of his hope that melancholy burden bore


Of "Never-nevermore."'






But the raven still beguiling all my sad soul into smiling,


Straight I wheeled a cushioned seat in front of bird and bust and door;


Then, upon the velvet sinking, I betook myself to linking


Fancy unto fancy, thinking what this ominous bird of yore -


What this grim, ungainly, ghastly, gaunt, and ominous bird of yore


Meant in croaking `Nevermore.'






This I sat engaged in guessing, but no syllable expressing


To the fowl whose fiery eyes now burned into my bosom's core;


This and more I sat divining, with my head at ease reclining


On the cushion's velvet lining that the lamp-light gloated o'er,


But whose velvet violet lining with the lamp-light gloating o'er,


She shall press, ah, nevermore!






Then, methought, the air grew denser, perfumed from an unseen censer


Swung by Seraphim whose foot-falls tinkled on the tufted floor.


`Wretch,' I cried, `thy God hath lent thee - by these angels he has sent thee


Respite - respite and nepenthe from thy memories of Lenore!


Quaff, oh quaff this kind nepenthe, and forget this lost Lenore!'


Quoth the raven, `Nevermore.'






`Prophet!' said I, `thing of evil! - prophet still, if bird or devil! -


Whether tempter sent, or whether tempest tossed thee here ashore,


Desolate yet all undaunted, on this desert land enchanted -


On this home by horror haunted - tell me truly, I implore -


Is there - is there balm in Gilead? - tell me - tell me, I implore!'


Quoth the raven, `Nevermore.'






`Prophet!' said I, `thing of evil! - prophet still, if bird or devil!


By that Heaven that bends above us - by that God we both adore -


Tell this soul with sorrow laden if, within the distant Aidenn,


It shall clasp a sainted maiden whom the angels named Lenore -


Clasp a rare and radiant maiden, whom the angels named Lenore?'


Quoth the raven, `Nevermore.'






`Be that word our sign of parting, bird or fiend!' I shrieked upstarting -


`Get thee back into the tempest and the Night's Plutonian shore!


Leave no black plume as a token of that lie thy soul hath spoken!


Leave my loneliness unbroken! - quit the bust above my door!


Take thy beak from out my heart, and take thy form from off my door!'


Quoth the raven, `Nevermore.'






And the raven, never flitting, still is sitting, still is sitting


On the pallid bust of Pallas just above my chamber door;


And his eyes have all the seeming of a demon's that is dreaming,


And the lamp-light o'er him streaming throws his shadow on the floor;


And my soul from out that shadow that lies floating on the floor


Shall be lifted - nevermore!

Neden bu gece rahat uyumanıza izin vereyim?

İnsanları rahatsız etmekten keyif duyanlara ne denir?

Arsız? Saygısız? Aptal?  ...

Ben, insanları rahatsız etmeyi severim. Kötü anlamda değil.
Zihinlerini. Kavrama güçlerini. Bildiklerini. Zevklerini.

Hayır, kimsenin hakkı yoktur orada öylece güya tamamen bitmiş hesaplaşmalarla oturmaya!
Herkesin, herkesin hakkı vardır ruhunun tüm kayıtlarını eski bir kitap rafı gibi yere boşaltıp, göz atıp yeniden, yeniden dizmeye raflara...


Neden bu gece rahat uyumanıza izin vereyim?


Kuzgunlar, uçuşmaya devam edecekler.
Ve bir kale daha eskiyecek kuzeyde.
Bir kadın daha ağlayacak, belki yüzlerce, gözlerinden koyu sıvılar akarken,
Ve Lilith yine çalacak değerli tohumları -belki de, belki de bana ait olacakları-
Ve yine yakılacak bir ruh,
Yeniden duyacak birisi kızıl saçlı güzellerin kokusunu,
Koku... Yeniden duyulacak
Jean-Baptiste Grenouille yeniden ölecek bu gece!
Ve...
Ölümsüz ruh yine öldürecek kendini...
Lucifer! Nasıl düştün...
Poe yine dönüp duracak mezarında
Ve Morella hıçkıracak!
Berenice'in saçları yayılacak tabutunun üstüne,
Ve Ligea dirilecek!

Güzel bir gün güneşin ve yaşamın oğulları için!
Ve daha da güzel, karanlık ve ölümün kızları için!


Neden, neden vereyim izin...
Yine ölüme bırakıp kendini,
Uyuyacaksa...
Orada, birileri!

Neden, neden uyumana izin vereyim,
Rahat!
Ve neşeli!

Dağıtılmalı kitaplar!
Ve uçuşmalı Lilith'in günahı!
Gök ve yer,
Yer değiştiremeli belki de!

Belki uyumak mümkündür,
Yer değiştirirse dolunayla kuzgun...
Yer değiştirirse, zihnimle ruhum!




Resimler: Benjamin Lacombe

21 Kasım, 2010

Gaga'yla sorunumuz ne???

Bu günlerde gevezeliğim tuttu; iyi de oldu - ah bir de bloğa fırsatım olsa...

Sevindim 11 izleyici olmuş... İnsandan kaçan hümanist ve Rengarenk; hoşgeldiniz. Bu kadar az izleyicisi olunca, hepsiyle teker teker ilgilenebiliyor insan! Dediğim gibi çenem düştü ah ah...

İnsanın kafası karışık olunca... Bir de üstüne tembellik! Kalkıp gitmem gerek, masadan kalkmaya üşeniyorum da bloğa yazı yazıyorum, işe bakın!

Bu tantananın ardına neler saklıyorum...

Elimde değil!
Durun durun bir şeyler anlatacağım size; gitmeyin...

Hiç de havamda değilim ya neyse.

Size bir sorum var...
Konuyu bayağı, aptalca ve fazla popüler kültür öğesi içeren bir saçmalık olarak değerlendireceksiniz belki ama... Eh yazmazsam çatlarım dedikleri şeyler var be!

İşte soru...
Lady Gaga'yla sorunumuz ne?


Hayır, kesinlikle sinir olun diye yapmıyorum! Merak ediyorum...


Şimdi efendim, benim ilk Lady Gaga şarkısı dinleyişim zorla olmuştur. Eh, kolumdan tutup dizüstü bir bilgisayarın önüne oturtulmuş "Bak klibi çoook ilgiiinç!" diye bir çığlıkla beraber bana Bad Romance dinletilmişti. Ay yok, benim aklım Theatre of Tragedy'nin sopranosunda... İşte dinletenin hatrı kalmasın diye oturdum dinledim. Hay allah arkasından bir de Paparazzi'yi açtı. Neyse sıktık dişimi dinledik...

Ama şarkılar bitti, aldı beni bir gülümseme... Benim aklım Bad Romance'in finalindeydi!

Belki bağlantı kuramıyorsunuzdur, ben bir açıklık getireyim konuya.

Şimdi... Ne olmuş bana, lafa başlayamıyorum! Benim kalın kadın sesine sevgim vardır öncelikle, müziksel açıdan tabi. Elbette kimse bass bir erkeğe alto bir vokalist istemez -eh neden en çok dinlediğim grupların soprano kullandığının açıklaması- dolayısıyla benim kulaklarıma da o sesler pek gitmez. İlk dinleyişimde o ses etkilemişti beni - hala en güzel sesinin Bad Romance'de çıktığını düşünüyorum. Ama ben yine de Lady Gaga'yı sevmemiştim o zaman.


Geçen aylarda bir tür... bulanım benzeri bir iç sıkıntısı geçirdim. Haggard dinliyorum, iyice karanlıklara çöküyorum, oradan neşelenirim diye Marilyn Manson'a geçiyorum, ama This Is Halloween bile kahrediyor beni. Epica'ydı, T.of Tragedy'ydi, Ensiferum, Deathstars... ben gittikçe eriyip gidiyorum. Dayanamadım en son; fırlattım kulaklığı. İnsan sesleri doldu hemen kulağıma; katlanamadım, geri taktım kulaklıkları. Biraz bekledim, sonra aklıma esti radyoyu açtım. Virgin. Aman dedim, bu saçmalıklarla kim şimdi... O sırada tanıdık bir ses duydum- Gaga. Dedim ki eh bari dinleyeyim... Alejandro.

Sonra -aman ne büyük aptallık!- günlerce dakika başı tüm frekansları tarayarak Lady Gaga duymaya çalıştım. Bir de Everything to Loose, kimin söylediğini bilmiyorum... Eh benim bu radyo çılgınlığım, arkadaşlarımın bana nihayet birkaç Lady Gaga şarkısı yollamasıyla sona erdi.



Şimdi kafanız karışmış olabilir...
İnsanların yıkılmayan bazı duvarları vardır, biliyorum.
Nedense "gotik takılan" birinin bir gün gelip bir pop şarkısını mırıldanması herkese tuhaf gelir.
Oysa kimse, bir Allah'ın kulu gelip de sormaz...

Yahu Lady Gaga'da ne buluyorsun?

Erszebeth Bathory'i. Kanlı kontesi. Marilyn Monroe'nun simgeselliğini. Şu "vamp" kadını.


Dehşete mi düştünüz? Ben düşmüştüm.

"Aptal" bir kadın üzerinde uzun bir kutup ayısı postuyla yürüyordu...
Bir sonraki an Kontes, Bathory yürüyordu, üzerinde postuyla; ve tek eksik, kan lekeleriydi postun üstünde. İşte Gaga'da gördüğüm.
Sizi oturup birkaç klibini izlemeye davet ediyorum Gaga'nın. Bir tabutta iskeletin yanında yatan bir kadın? Bir Jesmine Becket-Griffit resmi! Bir erkeğin bacaklarına geçirilmiş bir fileli çorap? Fetishlerin "fishnet" fantezisi! Sözler deseniz...
Bad Romance'den daha "yırtıcı" bir şarkı duyamıyorum ben. Bir delilikle! Her zaman aşklarını isteyen, ama sadece oyun olsun diye isteyen... Hasta olanı isteyen! İntikamını isteyen, ayartarak isteyen... İsteyen!

Veya "plastiğiz, ama yine de eğleniyoruz!" diyebilen...
Bir Marilyn Manson ilkesi gibi.
Bazen de onda bir tür Natalie Shau groteskliği görüyorum.
Bir Erszebeth çarpıklığı.


Utanmaz, arlanmaz, kendine taş atan, belki de inadına "rezil" edilen, örnek alınan ama sürekli de laf sokulan...
Tanıdık senaryo; aynı hamamda aynı tas...


Bakın ne güldürdü beni...
Öylesine denk geldi, gazetede mi gördüm ne... Gülşen'le bir röportaj. Resim dikkatimi çekti, altında yazanı okudum ben de. Sarımsı beyaz saçlar, gölgeli bir arka fon, siyah beyaz... Muhabir diyor ki, "Hayranlarınızın çoğu yeni çektiğiniz klipte Lady Gaga'ya benzediğinizi söylüyor..." Gülşen açıklamış işte, biz farklıyız vesaire, çalıntı değil diyor kısaca. Sonra bakın ne diyor: "Tabi klipte gotik öğeler kullandık... Karanlık, ağır makyaj... Gaga'nın da öyle temaları var. Ama..." bir şeyler bir şeyler işte. Bizim doğma büyüme pop kültürü Gülşen'e sen "gotik bir klip çektik" mi dedirttin Gaga! Helal olsun... Ama bazı hayranlar "o güzel kadını" bu klipte bulamadıklarını söylüyorlar.

Ha, işte gelmek istediğim konu!
Gaga zarif değildir. Değildir. Güzel hiç değildir...
Belki bazıları onun sırf "yırtıklık" olsun diye böyle davrandığını düşünüyordur. Düşünün... Belki haklısınız. Ün için neler yapılmıyor ki!

Zerafetten yoksun bir düşmüşlük görüyorum onda.
Acıma hissiyle duygudaşlık...

Belki de onu savunuyorum; çünkü onda bana ait bir şeyler görüyorum.
Groteskliğinde.
Greandal çirkin ve güçsüz olsaydı ne yapardı?

İntikam...

Çok konuştum.

Bitireyim...

Benden size bir sır:
Gaga başka!

Birkaç yıl daha izleyin onu; bakın bakalım, Monroe'nun katil ruhlu kızı neler neler yapacak!




.

06 Kasım, 2010

Olur ya...

Bundan sonra ilginç şeyler gelecek başımıza.

Artık neyin kurgu neyin gerçek olduğunu anlayamayacağız.

Ve artık...

Hani olur ya...