18 Aralık, 2010

Bir süre yazmayacağım.

Bilmiyorum.



Belki  Fantastikedebiyat.com'da bir hikayem yayınlanır.

Bilmiyorum.

"Koleksiyoner". Güzel bir öykü, en azından okumaya değer.


Ne diyordum...
Ha, lafı uzatmayayım diyordum.

Önemli değil.

08 Aralık, 2010

Neydi O?

Hiç içimden gelmiyor, biliyor musunuz...

Gidip temize çekmem gereken bir hikaye var, ama kalkamıyorum sandalyeden; illa tembellik yapacağım ya...

Bazen insanlar tokat yemiş gibi oluyor.
Ben ömrümde yalnız bir tane gerçek tokat yedim. O da zaten pek güçlü bir şey değildi, elimden kaçmak için atılmıştı - aptallık da burda ya; o tokat kaçmaya değil yakınlaşmaya yaramıştı.

Şimdi tokat dedim de aklıma ne geldi...
Hani ünlü "Fransız sahnesi" vardır ya... Hatırlamadınız mı? Durun anlatayım: Şimdi kadın eline bir silah alır. Karşısındaki adamı -veya kendini- öldürmekle tehdit eder adamı. Silahı beceriksizce havada sallar durur... Birkaç saniye sonra -aha!- bir bakarsınız öpüşüyorlar. Ne ilginç gelmişti ben bu işin sebebini -kısmen- sonucunu kavrayana kadar...


Bakınız sonra "göğüs yumruklama" vardır. Bu daha çok romanlarda görülür. Kadın ağlar ağlar, sinirle haykırıp anlaşılmaz şeyler söyleyerek adamın zavallı suçsuz göğüs kaslarını küçük elleriyle -her romanda kadınların elleri küçüktür!- kasap eti gibi döver.


Dalga filan geçmiyorum. İçimden geldi.
Sonra ölen sevgili mezardan çıkartılır... -en şairanesi budur-
Hım "gözlerini kapa!" denip öpülür...
Başka başka?
Ardından -biraz Yeşilçam'a dönelim- "Nayır! Nolamaz! Beni bahtsız yavrumuzla bırakıp gidemezsin!" denir.

Ee, hadi başka?

Klişeleri sayıyoruz hadi hadi, güzel bir gün bu gün!

Ne der Poe'nun güzel Morellası:

"Bu gün en önemli gün. Yaşamak veya ölmek için en önemli gün. Toprağn ve yaşamın oğulları için güzel bir gün -ah, göğün ve ölümün kızları için daha da güzel!"


Bu gün güzel olsa gerek; saçmalıklar serbest! Şu insanlar da çok şey bekliyor; belki göründüğüm gibi değilimdir ben...

Durun, durun!

Bir şey vardı...

Şey...

Beni saçmalamakla suçlayamazsınız.



Okumayın! Boş gevezelik...

Şey gibi...


Neydi o?



Üstteki resim: Benjamin Lacombe
Alttaki resim: Anne-Julie Aubry


.

POE'nun Ölen Karısına yazdığı mektup...

virginia,beni yaşatan ölüm meleğim..

birkaç gün önce cansız bedenini kapatan tabutu tanımadığım adamların toprağa bırakışını izledim. aklımdan tek bir şey geçti; "artık gerçekten yapayalnızım."

baltimore sokaklarında sürünüyorum. her nefes alışımda üç beş dakika önce yudumladığım kalitesiz viskinin keskin tadı tekrar tekrar dışarıya çıkıyor. şehir eskisinden de bunaltıcı, gökyüzü sen gittiğinden beri zaten gri, pis ve isli. evimizin önüne her gelişimde ayaklarım geriye gidiyor ve sabahın ilk ışıklarında sokakta sızmış buluyorum kendimi. her gün aynı, her gün ölü...

sadece seni düşünüyorum ve düşündükçe de kızıyorum. seni elimden alan tanrıya hakaretler yağdırıyorum bomboş evimizde. seni hastalandıran bu şehri ellerimle yıkmak, taş üstünde taş kalmayıncaya kadar unufak etmek istiyorum. mezarını düşünüyorum; güzelim bedenini kemiren tüm o kurtçukları teker teker dişlerimle parçalamak geliyor içimden. tabutundan sızan toprağı pişirip berbat, asla satın alınmayan bir vazoya çevirip kırmak istiyorum.

güneşin kapkara olup yine de gözlerimi yaktığını düşün. işte sırf bu yüzden istemiyorum sabah olmasını. akşamları sarhoşluğumla dolduruyorum kendimi ki sabah güneş batana kadar uyanmayayım. kan emen bir zavallı gibi sadece geceleri yaşıyorum. artık ışığın, aydınlığın hiçbir güzelliği kalmadı benim için. karanlıkta bulduğum ilk çimenliğin üzerine uzanıyorum ve gözlerimi kapatıyorum. böylece senin yanında, mezarlığında el ele yatıp uyuyabiliyorum. seni hiç bırakmıyorum.

aşkım... var olduğun sürece bu dünyada dolaşan binlerce hayaletten farklı hissediyordum. ayakta durmak, yazmak, okumak...hepsinin bir sebebi vardı. sabah yediğim yemeğin, kristal kadehimde yuvarladığım alev kırmızısı şarapların, yaptığım her şeyin nedeni sendin. seninle daha fazla kalabilmek için, sana daha çok dokunabilmek, görebilmek, duymak...duymak...sesini ölesiye özledim... elindeki kanları silecek bile vakit bulamayan bir katil olmak istiyorum. kısacık yaşamın boyunca dokunduğun, konuştuğun herkesi lime lime doğramak istiyorum. şehirde dolanırken gördüğüm tüm tanıdıklar bana seni hatırlatıyor. bana seni hatırlatan herkesin benimle aynı acıyı çekmesini istiyorum. tüm annelerin çocuklarını, tüm çocukların en sevdikleri hayvanlarını, tüm erkeklerin sevgililerini acımadan öldürmek istiyorum. insanlıktan çıkmak, başka bir canlıya dönüşmek için çılgınca dua ediyorum. bir çakal, bir akbaba...en duygusuzu en adisi olmak...tüm hislerimden arınmak istiyorum.

mezarını soyup kaçıracağım seni. soğuk bedeninin yanı başımda uzandığını bilmek içimi rahatlatıyor. ölüp yanına gelebilecek cesaretim, kendimi kolay yoldan yok etmeye gücüm yok biliyorsun. sana karşı bu kadar dayanıksız olmak, bu kadar sana bağımlı olmak beni bir yandan çileden çıkarırken, içinde kaldıkça daha çok keyif veriyor. mazoşistçe bir zevk bu... sensizlikten deliriyorum ama kendimi öldürüp bu acıyı bitirmemeyi tercih ediyorum.

kimin ne dediği önemli değil, ahlak sevgiyi veya tutkuyu yaşamak istemeyenlere hazırlanmış bir uyuşturucu. cansız bedenini evimde, hep yanımda görmek istemek...hani ruh ölmezdi, duygular kalırdı. senin tenine dokunmadığım her an, her gün bir başka kadına sen diye dokunacağım, sabah gözlerimi açtığımda onun sen olmadığını görmek beni çileden çıkaracak, gözümü karartacak ve tüm organlarını sökeceğim. aşk cehennemden bana yüklenmiş bir ceza...asla üstümden atamayacağım...kefaretini ödeyemeyeceğim...

senin edgar"ın...

05 Aralık, 2010

VS VS VS ...

Şimdi yine saçmalama evresine geldim.
Aslında Saçmalık içinde yüzdüğümü söyleyebilirim. Tabi burada Saçmalık'ı neredeyse bir insan karakterinde almanız gerek, çünkü "Saçmalık" dediğimiz şey pekala bir insan ruhuna bürünebilir.
Neyse, bu çok saçma.

Aslında şu an onunla -Sayın Saçmalık ile- taş-kağıt-makas oynuyor bile sayılabilirim.
Ama neden hep TAŞ olmak zorundayım ve NEDEN o her zaman kağıt?

Kitabın arkasında yazıyor, "Virginia Woolf okumak, edebiyatı yeniden biçimlendirmektir" vs...
Virginia Woolf okumak -sizi bilemem ama- bir kadın için intihar etmektir. - Benim için pek farklı olduğunu söyleyemem.

Yazmak, diyorum; yazmak Tanrıya ihanet etmektir; ve okumak, ONU okumak, kendine ihanet etmektir.
Kelimeler hiç bu kadar ikiyüzlü olmadılar.
Kelimeler hiç bu kadar sıkıcı olmadılar.

Tüm Londra Kütüphanesi'ni baştan sona okumaya çalışan kadına ne demeli?
Peki ya Virginia'nın söylediği "hayatın amacı"na?

Hani işimize de gelmez miydi; evde otur, çocuk doğur, onu büyüt, kocanın yanında toplantılarda vs vs vs...
Hahhaay! Yaşımız geçti bizim Virginia!
Ne laf ama!


Bilmem hiç kendini öyle hissettin mi... Hissettin mi? Haydi, darılmak yok...
Aman be!

Bak! Bak ne diyor!
"Duygularını aşırılaştırma."

Poe olsaydı vs vs vs derdi buna!

Duygulardan başka şeyimiz varmış gibi...

Duygular! Ve kelimeler! ... ve ölüler!

Var olmadığınızı iddia edemez kimse!



Eğer Virginia, eğer bir erkek olsaydım; aman ne bileyim!

Yine de insanın bir kadın ölüsü olması güzel. Anlaşıldığım hissine kapılıyorum çünkü.

Tanrı aşkına Virginia, şu Perili Ev deliliği de nedir?


İngilizler mezarları severmiş...


Virginia! Bana da uğra bir gece.
"Sana tereyağı veririm.
Askerlerine yedirirsin."
Hahhaaay; Hitler misin sen!




Resim: Mari Merabi

.