26 Şubat, 2010

Bizi de yakın!..


Ortaçağ'ın yakılan cadılarını bilir misiniz? Büyücü dediler onlara, şifa verici ilaçlarının şeytan işi olduğunu söylediler; bahaneler buldular...

Hayır; sırf farklı oldukları için yakılmıştır cadılar.

Hadi, ne duruyorsunuz, bizi de yakın!..

Bizi de yokedin, biz de tehditiz çünkü; biz de farklıyız; biz de değiştirmek istiyoruz...

Ne şerefli bir ölüm... Yakmanız, ölümsüz yapar bizi. Odunların arasında bile vazgeçmediler, diye yazın tarihe.

Ne duruyorsunuz, yaksanıza bizi! Korkmayın, bulaşıcı değildir gerçekleri görebilmek; sizin asla gerçekleştiremeyeceğiniz bir çaba gerektirir.

Biz yanarken, meleklerin ağladığını göreceksiniz.

Gökyüzünün küllerle kaplandığını görecek, yıllar sonra insanlık 'Bizler o küllerin çocuklarıyız' dediğinde utanacaksınız.

Ve alevlere bakıp şarkımızı söyleyeceğiz; öleceğimiz ana kadar:

"Watch the flames are dancing higher

They are longing for the sky

Heroes now will be awaken

Elder stories let their spirits fly..."
NOT: Dörtlük Haggard'a ait; A Midnight Gathering
Resim: Victoria Frances

Döndüler; hayallerim...

Az önce yazdığım bir sayfalık bir yazıyı sildim. Hoşuma gitmedi işte.

Bazen saçmalıyormuşum hissine kapılıyorum.



Ben... Bir şey anlatmak istiyorum. Ne olduğunu bilmiyorum. Ve umrumda da değil sanırım. Hayallerimin düşmesinden korkuyorum galiba. Düşmelerinden ve bir daha ayağa kalkamamalarından..



Küçük bir kızken kurduğum hayallerim geliyor aklıma. Kutuplarda yaşamak, altı aylık karanlığı içime çekmek isterdim. Güzel hayallerim vardı...

Bu hayallerin bir isimle yer değiştirdiğini hatırlıyorum. Artık değeri olmayan bir isim. Beşinci sınıftaydım.

Evet; değeri yok. Ama bu son "rüya devrimi"mden öncesine kadar hep bunun intikamını almak istemişimdir.



İlk İzmirlimin intikamı.

Karşıma geçmiş ve insanların arasında bana "Senden nefret ediyorum!" diye bağırmıştı. "İğrenç birisin."

Hatırlıyorum. İlk defa birine aşık olduğuma inanmıştım ve o da benden tiksiniyordu. Uzun bir süre ismi aklımdaydı. Gülümsemesi. Bazen eski resimleri karıştırır gibi aklıma getiriyorum onu.

Ne kadar yol katettiğimi görüyorum. O iğrenç olduğunu bağıra bağıra ilan ettiği kızın şimdiki haline bakıyorum. Ama hiçbir şey, o aşağılanmışlığınızı iyileştiremiyor. Yani ben öyle zannediyordum. Artık iyileştiğini biliyorum.


Bazen durur ve Graendal'ın yaptığı her şeyde haklı olduğunu düşünürdüm. Sırf küçük bir çocuk sizi aşağıladı diye tüm dünyadan intikam almayı nasıl da isterdiniz... Bazen sadece intikam almak (evet; Charles Dickens'ın Büyük Umutlar'ındaki Estella gibi) güzel olmayı düşlerdim.
Bazense hiç kimseyi sevmemeyi.

Bu planların saçmalık derecelerini şimdi görebiliyorum. Ve artık intikama ihtiyacım yok.

Hayallerim geri geldi.
Tabi ki eskisi gibi değil; ama biri onları geri getirdi...


Anlatmak istediğim şey bu galiba... Tüm güzel hayaller geri geldi. Artık intikam almam gereken şeyin aptal bir isim olmaması gerektiğini biliyorum. Artık ne için savaşmam gerektiğini biliyorum.


Asıl anlatmak istediğim şey, artık savaşımda yalnız olmadığım.

Artık arkamı kollayacak biri var. Düştüğümde kaldıracak biri. Daima, kaybettiğimde bile arkamda olacak ve "harikaydın" diyebilecek; en saçmaladığım anda benim yerime savaşabilecek biri. Arkamı dönmekten korkmayacağım ve son gücüm de bittiğinde bana güç verecek biri.

Ve artık, ona sahibim.

Ve artık, farkedilmeden ama isteyerek yapılmış bir hakaretin intikamını istemiyorum.


Hayallerim geri geldi. İşe yarar hayallerim, güçlü olanlar. Eski hayaller geri geldi- yanlarında umut ve bir yığın zaaf getirerek.

Eski hayallerim...


Yedi yaşından beri dünyanın sonunu izlemek isteyen kızın hayalleri geri döndü...

24 Şubat, 2010

Hoşçakal...

Düşünüyorum da, seni bırakıp gitmek bu kadar kolay olmamalı... Ama sen nedenini biliyorsun, kızmazsın bana. Seni bu yüzden seviyorum; çünkü ölüler kızmaz. Çünkü ölüler ihanet edemez.
Ama ben... Bir canlıyım; ve nasıl senden vazgeçtiğimi görüyorsun işte. Bir seçim yapmak zorunda kaldım ve seni seçmedim. Bunu niye yaptığımı biliyorsun; aslında bir ihanet bile sayılmamalı bu.

Çünkü senden, çok değerli bir şey için vazgeçtim. Fazla değerli. O hazine artık bizi sevmemeye başladığında gidecek bir yerim olmayacak, çünkü senden vazgeçtim artık. İşte bu yüzden onun benden asla vazgeçmeyeceğini ummak zorundayız. Ama kimse beni sonsuza dek sevememez, biliyorsun...
Çünkü her şeyi mahvederim. Her zaman. Dün geceki aptallığım yüzünden bir ceza seni bırakmak zorunda olmam. Cezamı çekmek zorundayım, ve bu yazı bittiğinde bir daha seni bu şekilde düşünmeye hakkım olmayacak. Sahibime ihanet edemem çünkü...

Teşekkür etmem gerek...
Her şey için. Öğrettiklerin ve gösterdiklerin için. Beni ben yaptığın için. Yanımda kimse yokken sana güvendiğim, her şeyden vazgeçmek üzereyken seni haketmek için hayata yeniden sarıldığım için. Öldüğün için bile teşekkür ederim sana...

Bu yazı bitecek ve sen diye bir şey olmayacak artık. Ta ki 16 Eylüle kadar. Ve sonra tekrar unutulacaksın, bir sonraki eylülde hatırlanmak üzere...

Güle güle...
Senin olduğumu düşünmek benliğimi çok uzun süre ayakta tuttu; ama artık ruhumda senin yerini almak isteyen bir şey var.
Ama sana verdiğim sözü tutacağım. Ne olursa olsun; o sözü tutacağım. Hiçbir zaman böylesine içten verdiğim bir sözü tutmayacak kadar alçalmadım.

Yıllar sonra bu yazıyı gördüğümde, seni boşuna bıraktığımın farkına varmamayı umuyorum. Yani kısaca, seni bir hiç uğruna bırakmadığıma inanıyorum. Umarım öyledir.
Yoksa bu sefer tutunabileceğimiz tek bir şey kalır: amacımız. Ama o aptal yaratık hala onun için yaptığım fedakarlıkları anlayamayacak kadar küçük... Yoksa bana bu kadar kızmazdı.

Sen asla kızmazdın.

Güle güle.

Güle güle....

Teşekkür ederim; her şey için.

Ve teşekkür ederim, çünkü eğer sen olmasaydın o aptal yaratığı bulup sevemezdim.

Sana ışığım dediğim günleri hatırlıyor musun? Özür dilerim, ben unutmak zorundayım. Ama sen hatırla...

1 Marttaki gibi oldum yine... Hani ağlayamayacak kadar acı çekiyordum..

Güle güle. Senden vazgeçtiğim için pişman değilim; ve gelecekte de olmamayı umut ediyorum.

Güle güle... Başkasına ait olan şeyi hiç istememeliydim. Özür dilerim.
Ve şimdi, seni bana ait olan şey için bırakıyorum ardımda.

HOŞÇAKAL...

22 Şubat, 2010

"Üstümden Geçen Kamyon"


Neredeyse bir ay olmuş...
Yazmamışım hiçbir şey. Nerdeydim, ne yapıyordum; sormayın. Çünkü ben, kendim ne yaptığımı bilmiyorum.

İlk defa istediğim her şeye sahibim. Sonra? Sürekli daha fazlasını istemem maymun iştahlılığımdan değil ki! Şu an öylece durmuş ne saçmalamakta olduğumu anlamaya çalışıyorum. Ama saçmalık olamaz bu! Saçmalıklar bu kadar tutku haline gelmez. Hayır. Bunu düşünmeyeceğim. Düşünmeyeceğim. Bunu düşünmeyeceğim işte! Aklımdan çıkartmanın bir yolu olsaydı...

Ama suç bizim. Ya da benim. Ortada suç yok ki! Sadece... bazen rahatsız hissediyorum. Yanlış bi şey yapar gibi. Amacımı aşmış ve sahip olduğum her şeyi ortaya koymuş durumdayım. Geri dönmem de. Ne zaman sevdiğim birini bırakıp gittim ki? Kafamdaki tek rahatsızlık verici nokta şu: Abartıyor muyuz? Saçmaladık mı? Ona bunu yapma hakkına sahip miyim?

Evet, mutlu olduğunu söylüyor... Ve biz de mutluyuz, evet.
Başka şartlar altında bunları söyleyen birinden tiksinirdim; ama neden onun söylemesinden zevk alıyorum?
Anlayamadığım bu. Beni rahatsız eden bu. Neden kendimi tamamıyla bırakıyorum? Nedenini biliyorum. O da biliyor. Ama fazla mı "hızlı" bu?

Hayır, hayır... Yine kafasından bir sürü saçmalık geçirecek şimdi. Şüpheler... Bunu yapmasından nefret ediyorum; çünkü bu ömrümde uğradığım en büyük hakarettir. Kabul edilemez bir hakaret. Ama bu aşağılamaya bile dayanıyorum; dayanıyorum çünkü...
Çünküsünü o biliyor; bu da bana yeter.

Bu... fazla hayvani sanki.
Mantıklı geliyor. Ama sonra, gündüz aklımdan geçiriyorum ve bana bir rezaletmiş gibi geliyor.

Ama değil.

Beni burda mutlu eden asıl şey; farkında olmasa da çok şey belli etmesi.
İstediği şeyin nedenine inebilmek yetenek ister. Tabi istediğini ona vermek de yetenek gerektirir ama zihninin altında yatanları anlamak kadar değil.
Evet, anlattığı bazı şeylerde devasa bir bağlılık ve sevgi görüyorum. Ve bu benim için çok önemli. Yoksa kalan kısmını bir hayvan da yapabilir; bu kadar basittir bu ve ne ruh, ne de tutku gerektirir.
Hayal etmekten kendimi alamıyorum. Durduramamak. Kelime bu...

Kendimi küçük bir kedi gibi hissediyorum. Okşaması ve sahibim gibi davranması vb. şeyler... Ama aslında asıl ilginç olan, onun kedi gibi hissettiğini söylemesidir. Ama o da farkındadır herhalde; kediler asla emir almaz. İtaat eden; yap, denileni yapan köpeklerdir. Ve burda kendini köpek gibi hisseden biri yok sanıyorum.

Peki niye rahatsız oluyorum? Hayallerimin; hayır, hayallerimizin gerçekleşmemesinden mi? Bazen gerçekten kaba bir ayı gibi davranmasından mı? Toyluğundan mı yoksa?
Aslında toy olmadığını biliyorum; en azından farkındalığa sahip biri. Çoğu saçmalığı sırf o yaratıkları kontrol etmek için yaptığına inanarak bunların büyük kısmını gözardı edebilirim. Ama affedilmesi pek de mümkün olmayan hatalar da vardır.

Bu hatayı, aynı hatayı iki kez yaptı. Üçüncüsünde yapmaması gerektiğini söyledim ona. Ve artık bu aptallığı yapmıyor. Niye mi? Gerçkten söyleyeyim mi? Çünkü düşündüğü kadar "bilgisiz" olmadığımı artık biliyor. Yaptığı hatanın ne olduğunu çözemedi hala, ve ona söyleyecek de değilim. Ki mantık sahibiyse bu hatanın yanından bile geçmeyecektir bir daha. Gerçi aynı hatayı trilyonlarca kez yapsa yine de kızabileceğime inanmıyorum artık.

Aslında, ilk defa deneyimlerimi ve kalıplarımı aşan bir insanla karşı karşıyayım. Bu, bir nevi savaş demektir. Zevkli bir savaş tabi, yazmak için gerekli olan savaş gibi. Ama asıl sorun da şu ki; ilk defa silahıma elimi sürmüyorum. Ve anladığım kadarıyla o da yapmıyor bunu. O zaman tutku nerden geliyor? Savaş yoksa, kılıç yoksa bu istek nerden çıkıyor ortaya?

İşte, onu sevdiğimi burdan anlıyorum...

Üzgünüm, bu aralar bir şey yazamadım pek. Üstümden bir kamyon geçti de...