19 Mart, 2011

TAŞINDIM!!!

MİERİN TAŞINDI.
EJDERKULESİ'Nİ DAHA FAZLA DEVAM ETTİRMEYECEK.

YENİ BLOĞU İÇİN:
http://lunaninkuzgunlari.blogspot.com/

27 Şubat, 2011

Sitra... Ahra...

Bir gece yalnızdım ve bir şekilde müzikçalarıma Therion'un Sitra Ahra albümü yüklenmişti.
Fazla karanlık bir geceydi ve bir tür hiçlik-yoğunluk içinde kaybolduğumu söyleyebilirim.( Ki o gece, uyumamış gibi uyandığım peşpeşe sürüp giten "kayıp" gecelerimin ilkiydi.)

Kendimi avutma isteğiyle kulaklığımı geçirdim kafama, sonra hafiften sesini açtım...
Sitra Ahra'nın Introduction'ını da ilk duyuşum değildi o. Ama o gece şarkıyı gerçekten duymaya çok müsaittim.

Yatağıma tabuttaki bir ölü gibi yattım. Kolarımı firavun mumyaları gibi göğsümde kavuşturmayı da ihmal etmedim tabii...
Gözlerim kapadım.



Benim tuhaf bir özelliğim var, hiçbir dilde şarkıların sözlerini ilk dinleyişimde anlayamıyorum. Saçma gelse de radyoda duyduğum Türkçe bir şarkının nakaratının sözlerini algılayabilmem için birkaç defa tekrar etmesi gerekiyor. Ancak bunun bana getirdiği en güzel şey, ilk 10 dinlemede hiçbir şey anlamadığım şarkılar olması...


Bu şu demek: Sitra Ahra nedir, bir adım geriye atıp nereye girilmesi gereken yer neresidir, sözler nedir... Hiçbirini bilmeden kendimi sesleri, yalnızca seslerin olduğu bir dünyaya bırakmak...

Sadece ses, görselliğin ve her hissin kaybolduğu anda yalnızca sesler, ve öyle yoğun bir şekilde algılıyordum ki bu sesleri, gözlerimin biriktirdikleri suyu birdenbire damla damla bırakıvermelerini sakinlikle karşıladım.

Yatağın üstünde yattığımı biliyordum. Ama bunun dışında herhangi bir şeyi o an bildiğimi düşünmüyorum. Zaman ve görme algım tamamen devre dışı bırakılmıştı - geriyeyse ölüme çok yakın bir şey, o "mekan" hissi kalmıştı.

Bedenime sahip değildim, beyne veya düşnmeye de değil... Hayatımda ilk defa zihnime bir şeyler üşüşmedi. Bir tür felç gibiydi...


Ama mekan; acı verecek kadar dehşetli bir "var olma" hissi (o kadar, o kadar yaşıyor gibi hissettim ki...) tüm benliğimi doldurmuştu. Hatta ona küçük gelmiştim ve doldurdu beni, ardından taştı içimden.


Daha sonra bu anları düşündüğümde aklıma Poe'nun şu yazdıkları geldi:
"Yaşam ile Ölümü ayıran sınır belirsizdir. Birinin nerede bitip diğreinin nerede başladığını kim bilebilir?"

O anın, Sitra Ahra'nın, bu sınırı kaldırdığından o kadar emindim ki...

Ölmüş olduğumdan çok emindim, yaşadığımdansa yine emin - hiç olmadığım kadar hem de...

"Uyuşuk bir huzursuzluk hâli içindeydim. Acıya karşı duyarsızdım. Hiçbir şey umrumda değildi - hiçbir şey ummuyordum - hiç çaba sarf etmiyordum."

 Evet, ama sonsuz yorgunluk...



Telefonunuzdan birine müzik dinletince veya telefonunuz mağaraların dibinde bile çekince "daha fazla hayat" olmuyor, reklamlarda dedikleri gibi. Daha fazla hayat ancak ölmekle mümkün.

Anlamadınız. Hadi gülün...




Resim: David Gough
.

23 Şubat, 2011

!!! ÖYKÜLER !!!

http://fantastikedebiyat.com/lenore_and8211_ya_da_seytanin_karnavali-619-yazin_evreni-yazi.html

Yazdıktan sonra insanlara görme izni verdiğim ilk şiirim...

Öykülerim ve -eğer yazarsam- şiirlerim için FantastikEdebiyat.com' a girmeniz gerekecek :)
Benim için olmasa bile, yine de mutlaka incelenmesi gereken bir site.

Hikayeler de olacak...

20 Şubat, 2011

yazamamak...

Yazamıyorum. Öykülerimin kanatlarını kırıp attım ve bir daha gelmeyecekler. İlhamım ölü anıları uyandırmaktı - oysa artık kaldıramıyorum bunu.

Eski yazdıklarımı temize geçip avutuyorum kendimi. Oysa zorlasam yazarım, biliyorum. Ama korkuyorum. Zorlamam gereken şey titretiyor beni... Kendime niçin bu işkenceyi yapayım; unutulmak için çaba harcanmış bir şeyi (bir nesne- diyecek kadar basit olsa keşke) yeniden en ufak ayrıntısına kadar (ufak, minik, zevkten acı çektirecek kadar yoğun ayrıntılar...) hatırlama işkencesini?

Yazdıklarımda yalanın ötesinde yalanlar var.
Yazarların işi bazen ilüzyonistlerinkine benzer...
Bense artık kendimi kandıramıyorum.


Yazılarıma söylenenleri hakaret olarak görüyorum; sanki herkes aşağılıyor beni. "Kısa süreliğine gerçek olan gerçekler" ve "hayaletlerin önünde soyunmaya benzeyen mektuplar" hakkında düşünüyorum sık sık. Bazen melankolimin derecesi "Gri Ruhlar"ın anlatıcısını dahi geçiyor.,


Başımın ağrısı beni memnun ediyor çünkü bende, zihinsel acının fiziksele dönüştüğü izlenimi uyandırıyor.
"Black Swan"daki sahneleri kafamda tekrar edip duruyorum.
İnanın hayaletlerin öpüşlerinden daha az zarar veriyor.


Yürüyemeyecek kadar yorgunum.


Yine kendi kendimi aldattım. Niçin yanılıyorum?

Saat kaç?


Peki ya bu?



Onu hissettim. Kusursuzdu. Kusursuzdum.
-- Black Swan...



Ben mi?
Ben ölmedim ki...


.

.

11 Şubat, 2011

"Yanlış"

Nedense insanların üstünde bir tür "yanlışlık" hissi uyandırıyorum.
Bir değil, iki değil ki...

"Yalan değil, kısa süreli bir gerçeklik..."
"Bence yanlış bir şey yapıyoruz."
"Sence bu yaptığımız doğru mu?"
"Bir daha olmaz, bu yanlış."

Hadi canım!

Hepsinin de şarkısı var bakın...
It's now or never birincisi.
Biri Take it off...
Hotel California.

Bir de ben ne dediğimi bilsem...



Bazen yalnızca ve  yalnızca ayakta dolaşan bir kukla oluyorum. Ama iplerim yokken nasıl dik durabiliyorum?

Clockwork'ü yazmaya çalıştım... Olmadı.

Bir şarkının cisimleşmiş haliyle tanıştım sadece.
Baştan aşağı et; ama aynı zamanda ruh; ama saf müzik olan...

Bazen...

Phantom of the Opera geliyor aklıma. (En güzel de Theatre of Tragedy söyler bu arada.) My angel of music, sing, sing, sing to me... 

Düşündüğünden kolay, merak etme. Doğaçlama bunlar..


Bunun içinden nasıl çıkacaksınız acaba?
Buna bir kahkaha yaraşır...

Bu şarkı nerden çıkmış ki? "I wanna kiss you but if I do, then I miss you babe." "Hold me and love me... just wanna touch you for a minute..." Gidiiin işinize!


Bunlar bir ara benim için oyundu. Domanlılara aşkım, Ninon de Lancos hayranlığımla...
Artık değil.


Bir yanlışlık var.
O da benim.


Virginia Woolf'un fazla acımasız  bir deyişi... Şimdi gidip kitapta o altını çizdiğim cümleye bakmaya üşeniyorum... Ama "dünya üzerindeki tek yanlışlığın kendisi olduğunu düşünmek" vs vs bir şeydi.

Saçma bunlar. Saçma.

İnsanın kendini mahvetme isteği..

"Sen çocuksun! Her şeyinle!"
Bir daha vursan ne olurdu ki?

"Göründüğünden çok daha..."



Bakın o "yanlışlık" haricinde çok duyduğum bir cümle daha vardır:

"Seni daha olgun sanıyordum."


Bu iki karşıt cümlenin arasında genelde benim bir "kendi kendini mahvetme teşebbüsü"m vardır.


Neden mi?

Çünkü hiçbiri yalancının BEN olduğumu düşünmez!




.