25 Eylül, 2010

Yalan ve Kediler

"Yeni mi geldin?"
"Hayır... Uzun zamandır buradaydım."

O, ona şaşkın ve donuk gözlerle baktı. O da ona gülümsedi. "Buradaydım. Ama görmedin." Ona dikti donuk gözlerini ve sonra yavaşça indirdi göz kapaklarını.

"İçeri gel."

Kolay değildir bir eve konuk olmak, içine girmek kızıl kuzgunun yuvasının... Dans etmek kar beyazı kargalarla ve söylemek neşeli ağıtı. Kolay değil bir ölümlüyü sevmek, ne yazık... Ve kolay değil susmak.

"İçeri gel."

Kolay değildir...

"Yalan söylüyorsun."
"Ne zararı var yalanların sana?"
"Ne zararı var gözyaşlarının?"
"Hastasın sen!"
"En az senin olduğun kadar..."
"Akıllı mı zannediyorsun kendini?"
"Bir kedi kadar zeki, ve aptal bir kedi yavrusu kadar!"
"Bilmece gibi sözlerin..."
"Ve aptal, bir kedi yavrusu kadar."

Bir kedi yavrusu...
Aptal, benim kadar.

Kediler sever karanlığı.


"Eğer yalancı olmasaydın, aşık olurdum sana..."
"Yine yalan söylüyorsun bir yalancıya. İnsanlar aşık olamaz bu zerafete. Nankör derler ancak!"


Yalancıları bu yüzden sevmem. Çünkü sadece onlar yalan söylediğimi anlıyor.



"Biliyor musun dün de çaldım kapını..."
"Biliyorum."
"Neden açmadın öyleyse?"
"İstemedim seni."
"Çok soğuktu hava..."

Ne acı!


"Donacağım zannettim soğuktan..."
"Aptalsın sen!"
"Neden açmadın kapıyı?"


Nefret ediyorum senden...

"Nefret ediyorum senden."

18 Eylül, 2010

Adele'nin Olağanüstü Maceraları


Kesinlikle görün... Henüz vizyonda. Tavsiyem Fransızca dublaj ve Türkçe altyazıdır; filmin zevki daha iyi çıkıyor. Birileri filmi taşlayabilir, belki harika bir film değildir; bir Titanik, bir Zindan Adası, bir Amelie değildir belki. Ama bu, Adele'nin olağanüstü maceralarıdır ve görülmeye değer.

Fragmana bir bakın derim...

14 Eylül, 2010

Clodya'ya!..

Kafasında o kadar şey olup da dakikalar boyu boş bakışlarla ekranı izleyen kaç aptal var bilmiyorum. Ama ben onlardan biriyim. En azından şu an. Edgar Allan Poe'nun görüşüne katılırım: Düşlerden başka gerçeklik yoktur.

Bana kanıtlayabilir misin gerçek olduğunu?
Poe bunları ne düşünerek söylemişti tam olarak bilemiyorum, ama benim buna inanmak için sebebim var...
Bana kendinin gerçek olduğunu kanıtlayabilir misin?
"Düşünüyorum, öyleyse varım." Düşünüyorsun, evet  düşündüğün şey var, ama sen var mısın?

Boş boş boş!
Kim sinirini yazarak çıkartmış... Nedense şu anki hisler içimde bencilce dolandığında aklıma bir şarkı gelir. "There! There! Somebody somebody look up there! Did not tell you smell that air..."  Sweney Todd filminden bir şarkı...

"Mischief! Mischief!"

'Yakın onu!'

Yakın beni!

Fark ne anlamıyorum...

Zihnimde hayaletler şarkılar söylüyor ve ben dinliyorum.
En harikası da Theatre of Tragedy'nin Envision'ı olsa gerek. Nedense o şarkıya son zamanalarda bir... zaaf besliyorum. Ve Machine'e. "...use me, I'm cheap to rent..."

Düşünüyorum... Acaba ben ne kadar ucuzum?

Clodya! Bu yazı sana... Sevdim bu ismi. Lavinya gibi... Lavinya diye bir şiir vardır, bilir misin Clodya?


Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar,
Yanımda kal.

 
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalan istiyorsan yalanlar söyleyeyim.
İncinirsin.

 
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.

                                 Özdemir ASAF

Gitme... Ben diyebilirim, yalvarabililirim! Gitme, gitme; sana yalanlar söyleyeyim...

Zaten bu, değil mi? Yalancılık! Yazmak yalancılıktan başka nedir? Tanrıya, zamana ihanet etmek!...

Kendi cesedinin üstünde dans etmek nasıldır, bilir misin Clodya?

"Ve o gece Arkham'ın çatılarında şeytanlar dans etti." diyor H. P. Lovecraft, Herbert West- Yeniden Canlandırıcı öyküsünde. Şeytanlar! Neden almadınız beni yanınıza? Neden ihanet ettiniz bana... Suçluyor musunuz yoksa beni, yüreğini bir ölümlüye kaptırmış bir zavallı olmakla? Ne bir ölümlü o, ne de zavallıyım ben...

Clodya... Bu ismi kullanmalıyım. Bir hikayede, bir romanda, bir cümlede, bir şeyde işte, ne fark eder!

İmparatoriçemin öldürülüşünü izledim.
Clodya bilir misin varlığınla bağlı olduğun birinin yavaş yavaş kanlar içinde kalmasını izlemeyi?

Çok basittir, öğreteyim! Karşısına geçersin, burnun sızlar, ve bir de üçüncü bir kişiden -ah evet, anlamayan, bilmeyen, görmeyen bir kişiden- azar yersin.

Kolaydır Clodya.

Yalan söylemek ne zaman zor oldu ki...


Yalan söylemek kolaydır, laf oyunları kolaydır...
Zor olan nedir, biliyor musun?
Söylemediğin bir yalandan ötürü taşlanmak!

'Uğursuz! Uğursuz!'

Birinin idam kararını kim verir Clodya?

Sen tanrı mısın?


Yalan söylüyor bana! İhanet etmişim, her şeyi boş vermişim, güçsüz, maskelere yapışıp kalmışım! Suçluyor beni, onun bana verdiği isteği, içtepiyi kullandığım için suçluyor!

Tanrı bana yalan söylüyor Clodya.
O bana yalan söylüyor.

Söylenmemiş yalanlardan yediğim kırbaçlar...

İmparatoriçem öldü Clodya.

Ve ona aşık olan da öldü.


Öldürdüler beni.

Kendi cesetinle öpüşmeyi denedin mi Clodya?

İster sapkınlık deyin, ister zırvalık!

Anlamıyor, anlamıyor!
Bunlar gerek yazmak için!
Gerçek olması gerekmez; zehirlendiğini yazmak için zehirlenmek gerekmez ki Clodya!
Neden anlamıyor bunu?
Neden!


Kim suçlayabilir beni?
Şeytan da yalan söylüyor!
Aldattınız beni, aldattınız hepiniz, birleşip kandırdınız beni!

Ama bilmiyordunuz ki, tek gerçek olan düşlerdir.

Gerçek olan, aldatmaca olabilir.


Aldanmak istiyorsam eğer, sana düşmez dur demesi!


Ve Clodya, güzel Clodya...
Kandırdılar beni.
İmparatoriçemi öldürttüler.
Bilir misin nasıldır, varlığınla bağlı olduğun birini bembeyaz boynuna yamuk parmaklarını bastırmak...
Nasıl da yer leş kargaları...

Clodya! Öldü o, ve kızdılar bana...


Yanıma gelmek ister misin?
Bana sarılmak veya?
Clodya, gözlerime bak dersem... bakar mısın?

Yargıladılar beni.
Ve astılar.
Ve yaktılar.

Öldürmüşüm imparatoriçemi!

Bana kim... öldür dedi?

İşte bu, Clodya, zordur...



Çok. Zordur.

12 Eylül, 2010

Bloğa teşekkürler!

Belki saçma gelecek ama bu gün ilk defa başkalarının bloguma yaptıkları yorumları okudum. Birileri beni şımartıyor ha, ne dersiniz? Kendime -ve yazdıklarıma- her zaman güvenmişimdir; ama bence başarı tanımadığınız insanların söyledikleriyle ölçülür. Teşekkür etmeye çalışıyorum ama ne yaparsınız, beceremiyorum işte...

Uzunca bir süre ortadan kayboldum biliyorum. Blogger'ın istatistiklerine göre... Eh, "Ejder Kulesi" yaz aylarında hatrı sayılır bir düşüş yaşamış.
Ama uzaklaşmakta haklıydım! Size söyledim... Evet, "üstümden geçen kamyon"...
Şimdi içindeki blog aşkı yine kabardı -öyle ki not defterime yazamaz oldum- ve ocağa kadar blogun tasarımı, içeriği hakkında yaptığım değişiklikleri tamamlamayı düşünüyorum. İçerik derken, yeni sayfalar eklemeyi kastediyorum. İnsanların ön yargısını silmeye özel bir ilgim var, okuduysanız anlamışsınızdır.

Bir ruh dağıtılmalıdır ki toparlanabilsin...

Yazdıklarımda değişim seziyor olmalısınız.

Sanırım birine nasıl teşekkür edileceğini hatırladım...
Teşekkürler Hakan.
Teşekkürler Clodya... Victoria ile ilgili daha fazlası olacak, şimdilik onu "gadget"lardan çıkarttım o kadar... Yorumun çok cesaret vericiydi...
Ve bana ulaşamayan insan, hım... Anonymous. Msn için fazla vaktim olmuyor, gelen her isteğe evet diyorum ancak çevrim dışı görünmem oldukça sık. Facebook içinse gerekli ayarlamaları en yakın zamanda yapmaya çalışacağım. İlgin beni meraklandırdı aslına bakarsan.

Ne diyordum...
Hakan teşekkürler.
İsmini yazmama inadımdan vazgeçtim sanırım. En büyük yardımı eden biri için gizli isimle dolaşmak zordur...

Biraz arsız, biraz değişmiş, biraz saçmalamış, biraz öğrenmiş...
Ejder Kulesi geri geliyor...

03 Eylül, 2010

... ben hatırlıyorum

O ayakkabıları neden giyiyorsun?


Bu şarkıyı neden dinliyorsun?


Neden elinle o hareketi yapıyorsun?


Sen, evet SEN neden yaşıyorsun?



Sevdiğin rugan ayakkabıları çıkartıp kendine Converse aldığın o günü hatırlıyor musun?


En sevdiğin o şarkıları terk edip herkes dinliyor diye dinlemeye başladığın pop şarkılarını?


Beyni yıkanmış bir halde gelip birilerine “ezik olma” hakkında çektiğin söylevi?



Hatırlamadın, değil mi? Ama ben hatırlıyorum. Biliyor musun özledim seni. Evet, seni tanımıyorum, ismini dahi bilmiyorum. Ama özledim. Çünkü eski sen olmadığını biliyorum.



Bir gün geldi birisi ve sana "Ha-ha jazz mı dinliyorsun?" dedi. Sen hemen kapattın müziği.


Yo, hayır, eski şarkılardan... Silmeyi unutmuşsun sadece... O günden sonra hiç dinlemedin. Dinleyince kendini aşağılık hissediyordun çünkü. Değil mi ama, aşağılıktır tüm müzikler pop dışında! Sonra birisi geldi ve sana eğer bu şekilde giyinirsen sana ezik diyeceklerini, uyardığını çünkü bunun çok ezik bir şey olduğunu söyledi... Ne mi yaptın? Gittin bir mağazaya, verdin 30 liranı ve kendine herkesin giydiği o parıldayan tişörtlerden aldın.



Hatırlamıyor musun? Ben hatırlıyorum...



Ezbere bildiğin Fransızca aşrkılar vardı hani... Unuttun değil mi? Çünkü eski romatik şarkılar ayıptır! Kendin olmak ayıptır! Sürüden farklı olmak yasaktır! Ah, hayır dışlarlarsa ne yaparsın!..



Seni hiç tanımadım. Ama biliyorum, eskiden harika bir insandın.


Başkaları için sevdiğin şarkıları kesmeye, en sevdiğin kazağını atmaya, hiç de sevmediğin o ünlü ayakkabıları giymeye başlamadan önce.



Yenildin.


Öldün.


Sana bunu yapmalarına izin verdin.



Küçük bir kızın eşsiz ruhu burda yatıyor! Ruhuna bir fatiha okumak gerek, değil mi!


Mezarına birkaç çiçek...


Çok özledim seni!



Ölümünü hatırlamıyorsun, değil mi?


Ruhunu nasıl parça parça erittiklerini...


Ama ben... hatırlıyorum.