17 Ağustos, 2009

Hiçlikteki oyuncak bebek





Küçük kız duvara yaslandı. Elinde yırtık elbiseli,kırık, eskimiş oyuncak bebeği. Yüzünde intihar etmeye giden güçsüz bir ruhun asil ifadesi. Karanlık sokakta tek başına küçük kız. Elleri duvarı okşaya okşaya yıpranmış, çıplak ayaklarında yaralar. Küçük kız bilir burasının aslında bir sokak olmadığını. Duvarın etrafında sadece hiçlik vardır, karanlık bir hiçlik. Ağlamaz küçük kız, ağlamaya takati kalmış mıdır ki?

Bebeğine baktı: Düşmüş gözüne, boyası akmış, kenarından çenesine kırmızı bir çizgi oluşturmuş dudağına. Kız birden gülmeye başladı. Kahkahalar hıçkırıklara dönüştü, duvarı yumrukladı küçük kız. Öteki elindeki bebek gevşekçe sarkmış; hıçkırıklar, yumruklarla sallanıyor. Birden umursamazca yere çöküyor kız. Yıkık dünyasını mı düşünüyor? O duvardan başka bir dünyası olmuş mudur küçük kızın? Bilmiyorum. O da bilmiyor aslında. Zaman yok onun için. Ne saçma şeydir zamanı ölçmeye çalışmak!

Kız öylece duruyordu. Uyuşmuş... Öylece kalakalmış. Biraz ötesinde bebeği. Fırlatmış onu.

Duvar orada bitiyor mu? Hiç sonuna kadar gidebilmiş mi küçük kız? Sorular, sorular! Ne önemi var ki küçük kız için? Acısını hafifletir mi sorularımız? Burada onun hakkında konuşmamız, küçük kızın şişmiş gözlerine pırıltılar saçar mı? Duvar yıkılır mı sorularımızla?

Küçük kız hep orada kalacak. Oyuncak bebeğiyle duvarın önünde.

Duvarın ötesini göremeyenlere...

16 Ağustos, 2009

"...çünkü siz kandırılmak istiyorsunuz..."


"Her sihirbazlık numarası 3 bölüm ya da perdeden oluşur.Birinci bölüme vaad denir. Sihirbaz, size sıradan birşey gösterir. İskambil kağıdı,bir kuş veya bir insan. Bu nesneyi size gösterir. Son derece gerçek, üzerinde oynanmamış, normal birşey olduğunu görmeniz için nesneyi incelemenizi ister. Fakat gerçekte böyle olmayacaktır.

İkinci perdeye dönüştürme denir. Sihirbaz olağan bir nesneyi alır ve onu olağan üstü bir şeye dönüştürür. Henüz alkışlamazsınız. Çünkü bir şeyi yoketmek yeterli değildir. Onu geri getirmeniz gerekir.

İşte bu yüzden her sihirbazlık numarasında üçüncü bir perde bulunur. Yani en zor bölüm. Bizlerin deyimiyle prestij bölümü. Şu anda sırrı arıyorsunuz ama onu bulamazsınız. Çünkü siz sır değil, kandırılmak istiyorsunuz."
The Prestige'den...

15 Ağustos, 2009

Dixi...[1]

Çırpınıyorum, çırpınıyorum... Boğulmamak için belki. Belki de boğulanları kurtarmak için. Veya boğmak için hepsini. Bilmiyorum... Hiçbir şey bilmiyorum!.. Anlamıyorum gördüklerimi. Hiçbir şey duymadan, körleşmiş gözlerle görülenler... Bir kabusun içinde yaşamak gibi. Hayır, kabusun ta kendisi olmak gibi...

Bir yanda sizi emmek isteyen ruh hastası sülükler, öte yanda savaşmanız gereken yüzlerce kılıç. Önünüzde karanlık, arkanızda güvensizlik. Ve uzak bir geçmişte, bir rüyanın unutulmaya yüz tutmuş parçaları kadar silik mutlu günlerde, umut...

Evet, yalancıyım ben, gelmiş geçmiş en büyük, en aşağılık yalancı. Ruhuma yalanlar fısıldıyorum. Kendi kendimi zehirlemek için belki de... Bırak zehir olsun, panzehri bulmak için yaşayayım biraz. Kurtuluşu bulmak için acı çekmek...

Evet, acı... Ah, kanın o ekşimsi kokusu... Çığlıklar... En sevdiğim sessiz çığlıklardır; en çok acıyı onlar verir çünkü. Hayır, hayır; zırvalıyorum! Kaybettim kendimi, kalmadı gücüm, ne takatim var ne hırsım...

Bu kadar aşağılanmak! Hem de hiçbir şey bilmeyen aptal küçük solucanlar... Hayır; tanrı affetsin onları... O köpekler affedilmeyi hak etmezler!

Affedilmeyi hak etmeyenler için acı çekmek... Ne kadar da aptalım ben! Bir de yüzüme bakıp gülüyorlar! Ben gülmeliyim onlara, ben... Tanrım ne egoistlik! Bunu onlar söylüyor, ben değil.

Bir de şu fısıltı... O lanet fısıltı hayatta tutuyor beni. Ne mi fısıldıyor? Ah bir bilsem... Bir anlasam ne dediğini.

Kahkahalar, kahkahalar... Sanırım deliriyorum. Zoruma mı gidiyor? Bilmem.

Uğuldayıp duruyor kafam. Başım ağrıyor. Yorgunum. Acılara aşık olmaktan, insanlarla savaşmaktan yorgunum. Hepsi bu kadar...


[1] Dixi: Latince “hepsi bu kadar”

12 Temmuz, 2009

DUVARLARA AŞIK OLMAK

Sizi yıllarca hapis tutan, gerçek dünyayı görmenize izin vermeyen şeylere, gerçekle aranızda duran “duvar”a aşık olmak mümkün mü?

Birkaç yıl önce ilginç bir olay kayda geçmişti: 19 yaşındaki bir genç kız 7 yaşından itibaren genç bir adam tarafından kuytu bir evin bodrumunda tutuluyordu. Ta ki polis gelip onu kurtarmaya gelene kadar. Ama dışarı çıkmak istemedi kız. Onu orada yıllarca hapis tutan adama aşık olduğunu haykırıp durdu. Sonunda ikna olup dışarı çıktığında onunla bir röportaj yaptılar. “Ona aşıktım! Bana çok iyi davranıyordu. Belki de tanıdığım tek insan olduğu içindir.... Ona neden aşık olduğumu bilmiyorum!..”

O zaman pek umursamamıştım olayı. Nedense az önce, sabahın yedisinde birden hatırlayıverdim. Böylesine iyi aklımda kaldığına şaştım doğrusu, kaç sene geçti o haberi izleyeli...

Aman neyse, niye bunları anlatıyorum söyleyeyim artık: Ben de beni hapsedenlere, kendi “duvar”larıma aşık olmuş olabilir miyim? Ya da: Aşık olduğum şeyler aslında birer “duvar” olabilir mi? Tabi beni bodrumda hapis tutan biri yok ama ya zihnim hapisteyse?

Yok, anlamıyorsunuz... anlatamıyorum ki size! Durun, açıklayacağım; anlarsınız o zaman...

Hani sizin için çok değerli olan düşünceleriniz vardır, asla bırakmazsınız onları, onlara çok güvenir, seversiniz , haz alır,mutlu olursunuz onlarla, her şeyiniz üstlerine kuruludur... Sizi bilmem ama ben böyle düşüncelere aşığımdır. Onlar olmadan yaşayamam. Attığım her adım onlar içindir, söylediğim her söz onların... Amacım,dayanağım onlardır. Onlardan başka kimseye güvenmem. Düşüncelerime ölesiye inanırım.

Sorun da burada zaten! Aslında sorun değil, içimdeki hainin fısıldayıp durduğu şeyler... Ne diyor biliyor musunuz:
“Ya şu arkasına saklandığın ‘harika’ fikirler aslında seni kısıtlıyor, zihnini hapsediyor, gerçeği görmeni engelliyorlar, küçük kız... Zavallı küçük kız, insanlara kızıyorsun gerçekleri kabullenmedikleri için ve sen de kabul etmiyorsun! Seni aptal, onlar seni hapseden duvarlar ve sen o duvarlara çarpıp yere düşe düşe delirmek üzeresin!”

O söylüyor bunu, o! [1] İçimdeki o katil kılıklı yaratık fısıldıyor bunları... Evet, fısıldıyor, zehir gibi bir sesle, utanmazca yanaklarımı okşayarak; bir yılan gibi parıldıyor gözleri... Ama yılanlara da güvenmek gerek bazen; doğru söylüyor olabilir mi?

Sonra haykırmaya başlıyor:
“Ama asla kabul etmezsin değil mi!.. Sen o duvarlara aşıksın! Acı çekmeyi o kadar çok seviyorsun ki...” devam ediyor ama duyamıyorum, bulanıklaşıyor zihnim... Beynimdeki katilin bulaştırdığı zehir geçmiyor ama...

Bütün hayatınızı insanlara inandığınız gerçekleri göstermek için mahvetseydiniz ve aslında gerçeği görmeyenin siz olduğunuz ortaya çıksa nasıl bir çöküş yaşardınız?..

Ama hayır,inandıklarım doğrudur benim!Yoksa...Hayır, hayır.... Onlar bizi ayakta tutuyorlar, nasıl yanlış olabilirler! Asla kabullenmeyeceksin, asla! Çünkü doğrudur düşündüklerim... Duvarlar! Duvarlar! Zavallı küçük kız... Sus! Sus artık... Dayanamıyorum!.. İçinde bir deliyle yaşamak nasıl bir şey biliyor musun?! Ağlama küçük kız... Acını paylaş. Hafifleyecektir. Pis yılan! Sus artık seni pis yılan!.. Ben senin tek dostunum... Bana yılan dersen, onlar seni yine eskisi gibi satıp gittiklerinde kim kalır yanında? Bir tek ben ihanet etmem, küçük kız, bir tek ben...

[1] Dostoyevski; Karamazov Kardeşler

07 Temmuz, 2009

Kabullen...

Neden bu kadar zor kabulleniyorsunuz? ‘Ayağa kalkın ve kabul edin.’[1] Ayağa kalmak için neyi bekliyorsunuz? Kabullenecek hiçbir şey kalmayana kadar pisliğin içine batmayı mı?Anlamıyorum; neden kaçıyorsunuz gerçeklerden?Anlasanıza artık; dünyayı mahvedenler sizlersiniz, yarını asla getirmeyen sizsiniz!.. İnsanlığı da ruhunuz gibi çürütmek, dünya üzerindeki her güzelliği pisliğe batırmak...İŞTE BÜTÜN YAPTIĞINIZ BU!..

Dönüp arkanıza bakmanızı istiyorum. Acı çektirdiğiniz insanları, yok ettiklerinizi, kirlettiklerinizi, yozlaştırdıklarınızı, aptal hırslarınız ve saçma amaçlarınızı düşünmenizi istiyorum. Kendinizi nasıl mahvettiğinizin, hatta yetmiyormuş gibi dünyayı da nasıl kirlettiğinizin farkında mısınız?

Birileri sizi kınayacak diye yapmak isteyip de yapamadıklarınızı, topluluktan dışlanmamak için onlar gibi davrandığınızı hatırlayın...

Kabullenin artık; boş, amaçsız yaşıyor, diğerlerinin de ruhlarını sömürüyorsunuz. İnandığınız ilüzyonlarla yaşıyorsunuz. Dünyayı neye çevirdiğinize bir bakın...Tek isteğim iğrençliğinizi fark edip kabullenmenizdir. Çünkü her şeyin çözümü burada saklı. ‘İÇİNİZDE İĞRENÇ OLDUĞUNU FARK ETTİĞİNİZ HER ŞEY, SIRF ONU FARK ETTİĞİNİZ İÇİN KENDİLİĞİNDEN TEMİZLENMİŞTİR.’ Der Dostoyevski Karamazov Kardeşler’de. Siz yeter ki kabullenin, belki o zaman dünya mükemmele yaklaşır...

Niye hâlâ konuşuyorum ki? Susayım da büyük usta Dostoyevski konuşsun:


(...) Oysa sen, büyük olduğun hâlde, varlığınla çürütüyorsun, pisliğe boğuyorsun
yeryüzünü, arkanda yalnızca pislik bırakıyorsun. Ne yazık ki hepimizin tek
yaptığı bu...




[1] Marilyn Manson’ın bir şarkısından:
STAND UP AND ADMIT
TOMORROW’S NEVER COMING
STAND UP AND ADMIT