Bu gün yine bir şarkı dinledim. Anlamı olan bir şarkı.
Dördüncü sınıftayken anlamadan dinleyip sevdiğimiz, Evanescence’ın “Going Under”ı. Anlayarak dinledim bu gün.
Ama yine anladım ki şarkının söyledikleri, benim o şarkıyla olan anılarım kadar fazla değilmiş...
Uzaklaşmanın unutmaya yol açacağı söylenir; ama hayır, açmaz. Açmıyormuş yani, dostlar uzaktayken de hatırlanıyor.
O, benimle o zaman dost olmuş ve hala da dostum diyebileceğim tek insandır. Öteki dostların hepsi şimdi selamlaşmaya bile layık değil sanırım gözümde; ne kadar belli etmemeye çalışsam da. Ve sanırım bu onu ilk gerçek dostum yapar...
Arabaya biner, hani şu elindeki telefonla hepimize şarkı çalan kıza doğru çevirirdi başını.
“Going Under’ı açsana...” derdi. Kız birkaç tuşa basar, o ezbere bildiğimiz melodi başlardı. O keskin ses söylemeye başlardı. Anlamazdım pek bir şey... Ama acıyı, hakaret edilmişliği hissederdim sanırım. Oysa şarkı asla bana acı şeyler vermemiştir, en azından bu gün dinleyip de anılar aklıma gelene kadar.
Bazen çocuk, kızdan şarkıyı açmasını istemezdi. Bazen o kendiliğinden çalardı. Çalmazsa ben dayanamaz söylerdim; “Açsana ‘Going Under’ı...”
Sessizce, tek kelime edilmeden Going Under bizim şarkımız olmuştu. Aynı şarkıyı dinleyen o on iki kişinin ruhu bile duymadan. İkimizin şarkısı.
Neden severdi şarkıyı? Öğrenmeye hiç vaktim olmadı. Asla sormayı akıl edemedim... İnsanın en büyük aptallığı bu olsa gerek... Sorabilirdim, ama sormadım ve şimdi onun nerde olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok. Onu özledim.
Bir gün bana Fransızca bir şarkı söylemişti. Konuşabildiğinden değil, ezberlemişti dinleyerek; çok severmiş... Ne güzeldi. Sesi, şarkı... Gözlerimin içine bakarak söylemişti. Galiba ona o zaman değer vermeye başlamıştım.
Dostum ne zaman oldu, bilmiyorum...
Bu gün yine Going Under’ı dinledim.
İkimizin yerine.
Tamir ettiğim kulaklığını hatırlıyor musun? Hani pritlemiştim. Çalışmıştı ama yine de ertesi gün yenisini almıştın ya...
Sonra gözlerine bakmak için yalan uydurmuş da öyle izlemiştim gözlerini, birkaç saniyeliğine.
Bir de yemekhaneden okul binasına yürüyüşümüz vardı.. Aramızda bir metre mesafe vardı ve ikimiz de susuyorduk. Keşke susmasaydın.
Şimdi bunların bir önemi yok; biliyorum.
Ama bu gün Going Under’ı dinledim! Bizim şarkımızı... Aslında bizim olmayan o güzel şarkıyı.
İkimiz de korkakmışız.
Keşke seninle son bir kez konuşabilsem... Tek bir konuşma daha. Senenin başında sana bir not göndermiştim hatırlıyor musun?
Sen benim tek dostumsun.
Bana değer veren ilk.
Hepsi bir yana, gülüşünü özledim. O kumral saçlarını. Hani erkenden gelip servise oturur ve müzik dinlerdin... Ben de seni izlerdim.
Bu yılın başında tüm yemekhanede seni aradım. Yoktun.
Artık başka bir yerdeymişsin öyle söylediler.
Seni kimse sevmezdi, o eski sınıfındakiler adını hala “problemli” olarak anıyorlar. Ama ben seni severdim.
Gülmeye devam et, oldu mu?
Şarkıyı dinle ve bir zamanlar benim dostum olduğunu hatırla. Hala öyle olduğunu.
Biliyor musun, bana çarpık bacaklı deyişini hala hatırlıyorum. Ama yamuk oturduğum için öyle gözüküyordu!
Hem çarpık olsalar ne fark ederdi ki; dostlar birbirlerine çarpık demezdi...
Seni özledim. Narinliğini. Yüzünü her sabah görmeyi. Ve en çok da, saçlarını izlerken Going Under’ı dinlemeyi...
Ben bu yazının üstüne bi şişe şarap alıp kapını çalardım doğrusu (:
YanıtlaSil