"Bunu yapmak istediğinden emin misin?"
Gözleri ışıldadı.
"Evet."
Hikayenin başı uzundur... Bir kendini adamaya şahit olacaksınız. Bir tutkuya ve bir acıya. Bir ölüme de. Küçük kuşun öyküsünü duyacaksınız. Küçük bir kızın nasıl öldüğünü öğreneceksiniz.
Hikayenin sonu uzundur; sadece bir cümle duyacaksınız sona dair.
Küçük kız çok şeyi severdi. Kedileri, resimleri, çilekleri, ay ışığını, konuşmayı, yazmayı, dinlemeyi, duymayı, portakal çiçeklerini, ördek yavrularını... En çok da sevmeyi severdi.
Ama tek bir şey vardı ki kızı üzerdi: Kimi sevse kaçardı ondan. Kime takılsa gözleri, küçümseme görürdü küçük kız. Oysa sevdiği onca şey, nasıl da severdi kızı...
Hiçbir güzel şey ödülsüz kalmaz, bir gün kıza bir hediye geldi.
Küçük kızın onu sevdiğini söyleyen dudakları görünce ne kadar mutlu olduğunu bilebilir misiniz? Hediyesine duyduğu sevgi tüm sevgileri aşmıştı.
Ama ya ay ışığı, yazmak, portakal çiçekleri? Kız en sevdiği o yaratık için bunları bırakmaya razı olmamış mıydı?
O yaratık... Her zaman fazlasını isterdi. Hiçbir zaman güven duymamasına rağmen küçük kızdan bir çeşit bağımlılık oluşturmuştu. Kızın kaçmaya çalışmadığını zannetmeyin, kız bu hediyeden kurtulmak için çok çaba vermiştir ama nafile.
Tanrı, ona verdiği bu hediyenin karşılığı olarak kızdan kalbini ve tüm dengesini, tüm inandıklarını ve sevdiklerini çalmıştır. Tüm bu fedakarlığı görmeyen hediye - bundan sonra ondan "adam" diye bahsedeceğiz - ise sürekli ama sürekli farkında olmadan küçük kızın canını yakmıştır.
Ve kız, sonunda son bir fedakarlık yapmaya karar verir. Sahip olduğu her şeye karşılık adamın yanında bir saatçik kalmayı.
Ama adam ne kadar kızın acılarına kör olsa da, ondan böyle bir şeyi yapmasını açık isteyemez. Oysa o da ister, sevdiği o küçücük kızın bir saatliğine de olsa yanında olmasını.
Ve kız, yapmak istediğinden emindir. Kabul eder tüm şartları. Ve onu karşılıksız seven adama gitmek için bedeli öder.
Her gün, hava karardığında kız balkonuna çıkar. Güneşin son ışıkları bedeninde dans eder, küçük bir kuşa dönüştürür kızı. Kuş uçmaya başlar. Batıya uçar, güneşin battığı yere. Ta ki denize varana dek.
Kuş, sevdiği adamın yanına geldiğinde saat gece yarısını geçmiştir. Durmaksızın, ölçüsüz yolları aşıp gelen küçük kuş yorgun düşer. Ama adam okşar yumuşak kanatlarını, öpücükler kondurur. Kuş için bu, kilometlerce uçmanın tek ödülüdür.
Tam bir saati adamın avuçlarında geçirir, ve vakit dolduğunda tüm bu yoldan gerisin geri uçar. Günbatımıyla evine varır. Sanki bütün gece uyumuş gibi, kimseye sırrını açmadan eski hayatını yaşar gündüzleri.
Sevdiği adamla konuşamamanın verdiği acıyı bakışlarla gidermeye çalışır; her gece adamın onu pencerenin önünde beklediğini görünce zevkten adeta ölürdü.
"Konuşabilsen keşke..."
Kuş adama tarifi mümkün olmayan gözlerle bakardı.
"Ben de seni", derdi adam. Kuşu okşar, kanatlarını öperdi.
"Biliyorum, biliyorum..."
Küçük kuşun gözlerinden bir damla yaş düşerdi adamın kucağına.
Kış bastırmıştı... Kuş fırtınaların içinde uçarak geliyor, canını ortaya koyuyordu sevdiği adamla geçirdiği tek bir saat için. Adamsa onu dünya üzerindeki en büyük sevgiyle seviyordu.
"Gelme..." dedi bir gün. "Gelme, kışın geçmesini bekle." Bir öpücük kondurdu grimsi kanatlara. "Ne olur, ya bir şey olursa sana?"
Ama küçük kız onsuz yaşayamazdı ki; her gece gitti adamın yanına.
Yine okşadı adam onu, yine öptü. Yine kuş, adamın kucağında uyuyakaldı. Adam onu uyandırmaya korkar, yorgunluğunundan kendini sorumlu tutardı.
Bir gece, adamı biri çağırdı. Gitmek zorundaydı adam. Küçük kız için penceresini aralık bıraktı, gitti dönmek üzere.
Ama döndüğünde çoktan sabah olmuştu.
Gün ışığı, şiddetli rüzgarların örttüğü pencereye vururken, tuhaf bir ışık pencerenin önündeki donmuş kuş bedenini aydınlatıyordu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen blog veya yazı hakkında yorum yapın. Önerileriniz daha iyisine giden bir yol olacak...