29 Aralık, 2009

Ölülerin Dedikleri; Maupassant'dan alıntı...


Ölülerin Dedikleri

O'nu bir deli gibi sevmiştim.İnsan niçin sever? Dünyada tek bir varlık tanımak, kafamızda tek bir düşünce. Kalbimizde tek bir istek, dudaklarımızda tek bir isim yaşatmak. Garip bir şeydir bu; öyle bir isim ki, kaynaklarından fışkıran su zerreleri gibi, ruhumuzun derinliğinden dudaklarımıza kadar yükselir; bu ismi her yerde, her an bir dua gibi yavaş sesle fısıldar ve tekrarlarız.
Burada serüvenimizi anlatacak değilim ben; aşkta tek bir serüven vardır zaten; hep aynı şeydir o; tanıştık, anlaştık, seviştik; hepsi bu kadar. Tam bir yıl onun kolları arasında, onun akşamlarıyla, onun bakışlarıyla, onun sözleriyle sarhoş, onun varlığından kopan her şeye o kadar bağlı, o kadar sarılmış, öylesine hapsolmuş yaşadım ki, vakit gece miydi, gündüz müydü, ben diri miydim, ölü müydüm, bu dünyada mı, başka alemlerde mi yaşıyordum? Bilmiyordum.
Ama öldü işte. Nasıl öldü? Niçin öldü? Bunun da pek farkında değilim.
Yağmurlu bir akşam, iliklerine kadar ıslak döndü eve; ertesi gün öksürmeye başladı; bir hafta öksürdü, sonra yataklara düştü.
Ne olmuştu? Başından neler geçmişti? Bilmiyordum.
Doktorlar geldiler, gittiler, yazdılar, çizdiler, çeşit çeşit ilaçlar verdiler, hiçbiri kar etmedi.
Bir hastabakıcı kadın tutmuştum.Bu kadın, verilen ilaçları içiriyordu. Ben boğazım
hıçkırıklarla düğümlenmiş halde konuşuyordum onunla. Alnı nemliydi, avuçları ateşler içinde yanıyordu; bakışları parlak ve mahsundu. Kesik kesik bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Neler söyledik birbirimize? Unuttum artık bunları; hepsini, hepsini unuttum.
Bir sabah şafak sökerken son nefesini verdi. Titrek dudaklardan uçup giden bu hafif, bu ölgün nefesi çok iyi hatırlıyorum. Hastabakıcı kadın hıçkırmaya başlamıştı ve ben, herşeyi anlatmıştım.
Ondan sonrasını hatırlamıyorum artık. Bir papaz gördüm: "Metresiniz," diye konuşmaya yelteniyordu. Bunu söylemeye hakkı yoktu. O, benim metresim değildi;
anam, babam, kardeşim, sevgilim, Tanrım, her şeyimdi. Bu kaba herifi kovdum, onun yerine bir başkası geldi. İyi kalpli, iyi huylu bir adamdı; bana 'sevgilimden' söz açınca acı acı ağladım.
Gömülme işi için binbir şey soruyorlardı; hiçbiri hatırımda kalmadı; yalnız tabutu ve tabutu çivileyen çekiçlerin tok seslerini hatırlıyorum. Ahhh, Tanrım!
Onu bir çukura gömdüler. Birkaç kişi, birkaç dost mezarlığa kadar gelmişlerdi. Daha fazlasını görmek istemedim. Kaçtım, deliler gibi, serseriler gibi dolaştım sokaklarda. Bir otelde sabahladım o gece ve ertesi sabah uzun bir yolculuğa çıktım.

Dün tekrar Paris'e dündüm.
Tekrar evimize gittim. Her şey bıraktığım gibi yerli yerinde duruyordu. Panjurlar kapalıydı; eşyayı hafif bir toz tabakası kaplamıştı; yatak odasının duvarında bir kombinezon asılıydı; baş yastığında bir çukur vardı. Onun hayatından arta kalan bu eşyayı görünce, öylesine yırtıcı, öylesine yıpratıcı bir acıya kapıldım ki, pencereyi açıp kendimi boşluğa fırlatma arzusunu güçlükle yenebildim.
Bu ev bizim aşkımıza, bizim mutluluğumuza yuva olmuştu. Bu evin duvarlarına, bu evin eşyasına, bu evin her köşesine onun teninden zerreler karışmıştı; onun nefesi, kokusu sinmişti. Sokak kapısına doğru yöneldim ve büyük boy aynasının karşısında durdum. Sokağa çıkarken o, bu boy aynasında kendini süzer, üstünün başının eksiksiz ve düzgün olup olmadığını uzun uzun incelerdi. Ayakta, tüylerim ürpererek bakıyordum bu aynaya; ona benden fazla sahip olmuş bu bomboş, dümdüz, derin cam parçasına bakıyordum. Elimle dokundum, buz gibi soğuktu. Acı veren, hüzün veren ayna. Yakıcı ayna. Yaşayan, yaşatan korkunç ayna. Üzerinde yansılarının kayarak silindiği aynalar gibi; kalplerinde yaralar açan olayları, gönüllerinde fırtınalar yaratan yaşantıları kolaylıkla unutanlara ne mutlu.
Evden çıktım. mezarlığa gittim. Onun mezarını buldum; gösterişsiz mermer bir haç; haçın üzerinde şu kelimeler;

Sevdi, sevildi, öldü.
Alnımı toprağa koydum, hıçkırmaya başladım. İşte o buradaydı, bu toprağın altında çürüyüp gitmişti. Bu ne korkunç şeydi Tanrım!

Uzun süre, uzun bir süre kaldım orada. Hava yavaş yavaş kararıyordu. Birdenbire çılgınca bir arzuya kapıldım: Bu son geceyi sevgilimin yanında geçirmek. Ama beni görürlerse çıkarırlardı mezarlıktan; çünkü mezarlıkta gecelemek yasaktı. Bir hileye başvurmak zorundaydım; başladım bu kayıp gitmiş hayatlar dünyasında başıboş dolaşmaya.
Yürüyor, yürüyordum. Bu diyar, öteki diyardan, yaşayanların diyarından ne kadar da küçüktü; oysa ölüler, yaşayanlardan çoktu. Hayatta olan bizlere; kaynaklarının sularını, bağların şaraplarını içen, tarlaların ekmeğini yiyen bizlere yuvalar dar geliyordu; ölülere, toprağa düşen insana ise basit bir mezardan başka hiçbir şey kalmıyordu. Toprak onları alır, unutulmak onları örter ve her şey orada biter.
Bakımlı mezarların bir ucunda bakımsızlar çarptı gözüme. Burada mezarlar çökmüş, haçlar eğri büğrü olmuş ve çürümüştü. Bu mezarlığa yarın, üst üste başka ölüler gömülecekti. Yaban gülleriyle dinç, kara servilerle süslü bir yerdi burası; insan etiyle beslenen muhteşem, hüzünlü bir bahçe.
Ve ben burada yalnızdım: Ölüler diyarında yaşayan tek canlı. Gür bir ağacın sık dalları arasına gizlendim; gemi kalıntısına sarılmış kazazedeler gibi ağacın gövdesine sarıldım ve havanın iyice kararmasını bekledim, sonra tekrar toprağa indim, bir gölge gibi ağır, sessiz adımlarla tekrar yürümeye başladım.
Uzun süre yürüdüm. Onun mezarını bulamıyordum artık. Ellerimi kullanarak ayaklarımla, dizlerimle, göğsümün üzerinde, başımı mezarlara çarpa çarpa yürüyor, ama bu mezarı bulamıyordum. Yolunu bulmaya çalışan körler gibi, taşlara, haçlara, parmaklıklara dokunuyor, çiçeklere, çelenklere sürtünüyor, parmaklarımı kitabelerin üstünde gezdirerek karışık isimler okuyordum.

Nasıl bir geceydi bu Tanrım, nasıl bir korkunç geceydi. Ayışığı yoktu; zifiri karanlık koyu bir perde gibi yeryüzüne abanmıştı. Bu eğri büğrü, daracık yollar sıra sıra serviler, mezarlar arasında aldı beni bir korku, bir dehşet: Sağımda, solumda, önümde, arkamda mezarlar, mezarlar, mezarlar. Mezarlardan birinin üstüne çöküverdim, çünkü bacaklarımda bedenimi taşıyacak yük kalmamıştı artık.
Kalbimin çarpıntısını dinliyordum. Kulağıma acayip sesler geliyordu; belirsiz, anlaşılmaz uğultulardı bunlar; derin geceden mi, insan kadavraları saçılmış toprağım altından mı, yoksa doğrudan doğruya bilincini yitirmiş kafamın içinden mi geliyorlardı? Bilmiyordum. Karanlık çevreme bakınıyordum.

Böyle ne kadar kaldım orada? Korkudan felce uğramış gibiydim; sarhoş gibiydim; köpekler gibi ulumak; uluya uluya gebermek istiyordum.

Birdenbire sarsıldım: Bana üstünde oturduğum mezar kapağı kımıldıyormuş gibi geldi; evet. Evet, yanılmıyordum; birisi içerden sırtıyla bu kapağı kaldırıyordu. Bir sıçrayışla kendimi karşıdaki mezarın üstüne attım ve gördüm: Kapak taşı dimdik doğrulmuş, içindeki ölü dışarı çıkmaya, kambur sırtıyla hala mezar kapağını kaldırmaya çalışıyordu. Karanlık geceye rağmen görüyordum bunu; çok iyi görüyordum.Mezardaki kitabeyi okudum:

Burada Jak Olivan gömülüdür.
Ellibir yaşında öldü.
Herkesin sevgisini kazanmış,
namuslu, temiz bir insandı.
Tanrı'nın rahmetine kavuştu
ve mekanı cennet oldu.



Şimdi, mezarından çıkan ölü de kitabesine yazılmış olan bu satırları okuyordu. Uzun uzun okudu , sonra yerden sivri bir taş aldı, yazıları dikkatle kazımaya başladı. Çukur gözlerini harflere dikerek, teker teker, yavaş yavaş hepsini kazıdı, sonra, vaktiyle şahadet parmağı vazifesini gören el kemiğinin ucuyla, fosfor gibi parıldayan harflerle şu satırları yazdı:

Burada Jak Olivan gömülüdür.
Ellibir yaşında öldü.Kaba
davranışlarıyla, mirasına konmayı
tasarladığı babasını öldürdü.
Çoluk çocuğuna çok eziyet etti.
Çalabildiği kadar çaldı
ve sersefil öldü.


Yazısını bitiren ölü, kendi eserine hayran hayran baktı. Bense çevreme bakınca dehşete kapıldım. Gördüm ki, bütün mezarlar açılmış, ölülerin hepsi dışarı çıkmışlardı. Jak Olivan gibi onlar da mezarlarına yazılan yalanları silmişler, onların yerine gerçek kimliklerini, gerçek karekterlerini gösteren şeyler yazmışlardı.

Gördüm ki, hepsi de hayatları boyunca yakınlarına, çoluk çocuklarına karşı gaddar, kinci, namussuz, iftiracı, yalancı, hilekar, gammaz, kıskanç, hoyrat davranan yaratıklar olmuşlardı; lekesiz sayılan o iyi huylu babalar, sadık eşler, itaatkar ogullar, bakir kızlar
namuslu tüccarlar çalmışlar, çırpmışlar. aldatmışlar; en iğrenç, en karanlık, en yüz kızartıcı işlere karışmışlardı. Ve şimdi, hep birden mezarlarının kitabelerine, dünyadakilerin bilmedikleri, ya da bilmez göründükleri gerçekleri yazmışlardı.

Acaba o ne yazmıştı? Melekler kadar masum ve temiz olan o, ne yazabilirdi ki? Bir şüphe kalbimi burktu ve bu kez, artık onun mezarını kolaylıkla bulacağıma inanarak, yarı açık sandukalar, kadavralar, iskeletler arasında koşa koşa yürüdüm.

Kefeninin ucuyla güzel yüzünü yarı yarıya örtmüş olmakla beraber uzaktan tanıdım onu.
Mermer haçın üzerinde az önce okuduğum:

Sevdi, sevildi. öldü.

kelimelerini silmişti. Onların yerine şu satırları okudum:


Sevgilisini aldatmak için
evden çıktı, yağmura tutuldu,
soguk aldı ve öldü.

Beni, gün doğarken, bir mezarın üstünden yarı cansız kaldırmışlar.

GUY DE MAUPASSANT

25 Aralık, 2009

Ayıp Olmaz Mı?/ Mor ve Ötesi

hayat o kadar zor mu?
atılır mıyız oyundan,
benzemezsek onlara?
bahane mi lazım?
mazeretimiz mi kalmamış?
çok ayıp olmuş
çok ayıp olmuş

hayat o kadar zor mu?
takılır mıyız yolunda,
şekli gizli taşların?
yetişmek mi lazım?
bahçemizde bir gül açmamış
çok ayıp olmuş
çok ayıp olmuş

kız en güzel,
en hafif giysisini giymiş
oğlan renkli bir dünya boyamış
kapkara kapılar sormuşlar onlara
ayıp olmaz mı?
bu işler o kadar kolay mı?
ayıp olmaz mı?

24 Aralık, 2009

kafanın içinde bir savaş; ölümlü için.


Asla fazlasıyla maymun iştahlı olmadık. Ne istedik ki olamayacak? Evet, oluyor... biliyorum. Olmaması için bir neden yok.

Söylesene bana, neden imkansız olsun?

Hayır; bu konuda yazmayacağım. Ne farkeder...

Şüphecinin teki! Zaten bizi kim sevdi ki? Bu güvensizlik neden zannediyorsun? Biz hep tek başımızaydık. Ne oldu da hayallerimizi birine göre kuruyoruz? Söylesene, ne farkeder ki... Neden kurtaramıyorsun kendini? Elimde olsa sana bir tokat atardım. Ama yapamam. Neden, biliyor musun?

Bak, ben...

Onu seviyorsun. Bunu biliyoruz. Ve sana kızamıyorum, çünkü onu seviyoruz. Ondan vazgeçiremem seni. Ben de vazgeçemem. Küçücük... Bize ihtiyacı var. Ama neden kendimizden bile vazgeçmeye hazırız onun uğruna?

Söyle bana!

Ne zamandır, nefes alma nedenini bırakmakta bir sakınca görmüyorsun? Hem de bir ÖLÜMLÜ için... Hayır, hayır!

Onu bırakamayız.
Onu da bırakamayız.
Hayallerimizi asla bırakmayız.

Kendimizi bırakmamız mümkün olsa keşke. Acı çekmezdik en azından...

06 Aralık, 2009

beni mutlu eden tek insana...

Tamam... Bu gün zor bir şey deneyeceğim. Hiç yapmadığım bir şey. Zaten hiçbir zaman böyle ... harika hissetmemiştim. Aslını istersen, ben mucizelere inanmazdım. O zaman sen nesin? Bilmiyorum... İlk defa kelimeler bana anlamsız ve gereksiz geliyor; sanki anlamlarını yitirmiş hepsi. Seni nasıl kelimelere sığdırabilirim ki?..



Bazen, hepsinin bir rüya olmasından korkuyorum. Gerçek olamayacak kadar güzel bir rüya. Evet, senin için kendimle savaşmam gerekti belki... Ama olsun, buradayım. Ve artık senden başka bir şeye ihtiyacım da yok. Bu günlerde beni asıksuratlılık ve hiçbir şeyi beğenmemek ile suçluyorlar. Oysa... oysa senin yanımda olmayışının verdiği acıyı bilselerdi, bana hak verirlerdi. Ve itiraf etmem gerekirse... bu acıdan bile zevk alıyorum.



Birdenbire... Sanki iki şimşeğin havada buluşup, toprağı beraber parçalaması gibi. Sen bana güç verirken her şeyi yapabileceğime inanmaya başladım. Senin için bazı amaçlarımdan vazgeçtim, ama en ufak bir suçluluk duymuyorum. Duymam gerekir mi, onu da bilmiyorum ya... Sen benim yeni hayalimsin. Yeni tutkum. Yeni acım belki de...


Ama hâlâ sana itiraf edemediğim şeyler var. Edebilecek gücü senin yokluğunda bulmak çok zor. Kendimi ilk defa işe yarar hissediyorum. Seni mutlu edebilmek... Biliyor musun; bütün amaçlarımım seni mutlu etmek gibi harika bir şeyin yanında yüzeysel ve mânasız kaldığını düşünüyorum bazen. Neler neler düşünüyorum bir bilsen... Yanımda olmanı, saçlarımı okşarken sana bunları fısıldadığımı düşlüyorum.



Beni düşlerin gerçeğe dönebileceğine inandıran sensin.

Senin için ortaya en değerli üç varlığımı koydum. Bunlar ne, diye sorma; söyleyemem. Sadece... benim sana verdiğim değeri bil. O'nun yerine geçmek istediğini söyledin. İstiyorsun bunu; değil mi? Benim istediğim kadar mı? Sen zaten osun. Başından beri ve her zaman.



Hâlâ ölmek istiyor musun? Sana söz veriyorum; hayallerimizi gerçekleştirdiğimiz zaman seni o kadar mutlu edeceğim ki, sonsuza dek yaşamak, ölümsüz olmak isteyeceksin...



Asla aklından çıkarma; Lews Therin, Lanfear için neyse, sen de benim için osun. Bunu değiştirebilecek bir adam asla doğmadı ve doğmayacak da.



Sana ihtiyacım var derken, sana ihtiyacım olduğunu kastediyordum.



PS. Senin yüzünden yaşil olmak zorunda kalacağım için senden intikam almam gerek... Ya da, mavilere güzel bir yenilik getiririm, olur biter. Ya da biz ikimiz yeni bir "kule" kurmak zorunda kalabiliriz; gri mesela...



Ölene kadar ve öldükten sonra da...

Senin için...

28 Kasım, 2009

Awaking the Centuries/ Haggard

In the books of what will be
Written by the demon lord?
Never lift your head up to the east'cause darkness wakes the best!

Der Kerzen Schein[The candles' light]
Er leuchtet fahl[Is palely shining]
Als das Sonnenlicht er stahl[When He stole the sunlight]
Und nur das grosse Himmelszelt[And only the great sky's tent]
Bezeugt das Ende dieser Welt[Is witness to the end of this world]

So feed the spark
Welcome to the land of dark
Death in all the centuries is what I left behind
Take my hand
Forgotten in the promised land
Death in all the centuries is what I left behind

The knowledge, brought to the world
Is growing with a bitter taste
In a dream I saw things that will be
Centuries away

Des Mondes Schein[The moon's glow]
Er leuchtet fahl[Is palely shining]
Das Herz der Finsternis er stahl[He stole the Heart of Darkness]
Nun gleißnd Lichte ihn umgibt[Now glistening light surrounds him]
Und doch des Menschen Hoffnung siegt...?[And so Man's hope prevails?]

So feed the spark
Welcome to the land of dark
Death in all the centuries is what I left behind
Take my hand
Forgotten in the promised land
Death in all the centuries is what I left behind

The night when evil steps out of the dark
And the cross is rising again
And fires are keeping the light
Burn, my friend...

And the sign of humanity is burning tonight
I can't escape from this ritual silence
Humanity's burning tonight
When I open my eyes

I see soldiers in the fields
Dead bodies on the groundT
here are children inbetween
Explosions shock the land
And the evil shows its face

The one called Hister rises
This is the fall of grace...
Beast ferocious from hunger will swim across rivers
The greater part of the region will be against the Hister
The great one will cause it to be dragged in an iron cage
When the German child will observe nothing

In the books of what will be
Written by the demon lord?
Never lift your head up to the east'cause darkness wakes the best!

Der Kerzen Schein[The candle light]
Er leuchtet fahl[Is palely shining]
Als das Sonnenlicht er stahl[When He stole the sunlight]
Und nur das grosse Himmelszelt[And only the great sky's tent]
Bezeugt das Ende dieser Welt[Is witness to the end of this world]

So feed the spark
Welcome to the land of dark
Death in all the centuries is what I left behind
Take my hand
Forgotten in the promised land
Death in all the centuries is what I left behind

The knowledge, brought to the world
Is growing with a bitter taste
In a dream I saw things that will be
Centuries away

So feed the sparkWelcome to the land of dark
Death in all the centuries is what I left behind
Take my hand
Forgotten in the promised land
Death in all the centuries is what I left behind
And the sign of humanity is burning tonight
I can't escape from this ritual silence
Humanity's burning tonight


HAGGARD

23 Kasım, 2009

<< başlıksız>>

Çok az kaldı. Neye? Yaptığın şey ne? Ne farkeder! Ama neden... Sorma! Hep aynı şey! Sürekli! Zaman... Boşuna! Saçma. Saçma olan ne? Durmadan! Nereye? Yürü. Koştuğumuz yol nereye? Düşünürsek olanları; yitiririz aklımızı. Bir alıntı; ama neden? Sebebi mi olmalı her şeyin? İnsanoğlu nedenini bilmez... Neden? Aptaldır da ondan; aptallığını kabul etmez.

Bu yüzden mi düşmanlığın? Kimdir düşman olan? Ne büyük saçmalık bu! Sürekli aynı soru... Çıkmıyor aklımdan. İstediğim... Söyle hadi. Haykır... Asla söylenmemeli bu tür şeyler; başkaların değerini anlamaz. Çürüyüp gider efsaneler dillerinde. Onlar bilmez! Onlar sağır! Biz kimiz o zaman? Neyiz biz?..

20 Kasım, 2009

Illusive Consensus/ Epica


So sweet caress, never long to last!
You entered my soul and gave hope to my life.
So sweet caress, never hope to last!
You left me behind all alone and aghast
Capured inside such an austere Elysium
Imperfect feelings, futile greef
Love a device against all solitude
As it all went on, the love became
Afield in a dream that once had been real
So sweet caress, never long to last!
Destroy this illusion we need a change of fate!
Your frantic thoughts are only a condemned cry
Primo somniare videbamur deinde veritas se praecipitavit
I secretly longed for something which had never existed
First I thought it was a dream but then it smashed into reality
Beautiful on the outside, decayed deeply within
I secretly longed for something which had never existed
Devoted to a body without a soul Numqua

inandırın beni...


İnandırın beni...
Hepsinin geçeceğine.
Acının sona ereceğine.
Bu dünyanın bu kadar zehirli
olamayacağına; belki de..
Sevebileceğime inandırın.
Yeniden;
Hayaletlerden başka birini.
Canımı yakmayacağınıza
Söz verin..
Hadi!
İnandırın beni.
Bir mucize
Ve birkaç güzel sözcük...
Hayata döndürün.
İnandırın beni.
İnanmamı sağlayın!
Bu dünya güzel!
Acı yok burada!
Her şey kelebekler gibi özgür!
Gökkuşağının her rengi...
Mutluluğun varlığına
İnandırın, Hadi!
Bir küçük kelebek
Kanatları kırık...
Uçabileceğine
İnandırın beni.

14 Kasım, 2009

Wish You Were Here / Pink Floyd

Wish You Were Here

So, so you think you can tell
Heaven from Hell,
Blue skys from pain.
Can you tell a green field
From a cold steel rail?
A smile from a veil?

Do you think you can tell?
And did they get you to trade
Your heros for ghosts?
Hot ashes for trees?
Hot air for a cool breeze?

Cold comfort for change?
And did you exchange
A walk on part in the war
For a lead role in a cage?

How I wish, how
I wish you were here.
We're just two lost souls
Swimming in a fish bowl,
Year after year,
Running over the same old ground.
What have we found?
The same old fears.
Wish you were here.

i found a reason/ cat power

I FOUND A REASON

I do believe
In all the things you see
What comes is better than
what came before


And you'd better come come, come come to me
Better come come, come come to me
Better run, run run, run run to me
Better come

Oh I do believe
In all the things you see
What comes is better than what came before
And you'd better run run, run run to me
Better run, run run, run run to me
Better come, come come, come come to me
You'd better run

08 Kasım, 2009

saçma bir "aşk mektubu"

Ne desem bilmiyorum. Hiçbir şekilde anlayamazsın beni. Kelimelerin anlamsız kalmasından korkuyorum. Ama anlatacağım yine de. Çünkü bana ne olduğunu bilmeni istiyorum. Aklımdan neler geçtiğini.

Konuşarak anlatamam bunları. Ne de gözlerinin içine bakarak. Ömrümün sonuna kadar o kahverengi okyanusta boğulacakmışım gibi geliyor. Asıl sorun, boğulmak isterim de...

Kararsızım belki, ama ne fark eder sen böyleyken? Canımı yakıyorsun. Zihnimde delice bir ızdırap var. Acının böyle mutluluk vereceğini bilemezdim. Bütün aklı başındalığımı duman duman eden acının sebebi, yine beni mutlu etmeyi başaran nadir şeylerden biri.

Bu delilik!

Seni düşünürken beynimde mantıklı olan ne kalıyor ki?Kafamın karışmasına izin vermemeliydim. Ama durdurabilsem durdurmaz mıydım zannediyorsun? Denedim. Tam bir sene olmuş. Seni düşlemeye başlayalı tam bir yıl. Ve hâlâ vazgeçemiyorum senden.

Artık bu hayatımın en büyük tutkusu. Bir insanı tutku haline getirmemeliydim. Ama dedim ya, yapamadım, bırakamadım seni. Belki de hayatımın en delice hatasısın sen, ama umrumda değil. Koca bir yalan olsan bile artık bırakamam seni. Artık değil.

Sana bakarken içimde bir şeylerin yandığını hissediyorum. Sanki yıllarca kutuplarda yaşamış, sıcakla yeni tanışan biri. Ömrümde ilk defa ısınmış gibiyim. Beni böylesine değiştiremezsin. Hayatımda bu kadar ilk olmamalı seninle ilgili.

Sen Tanrı’nın bana yolladığı cezasın.

Sadece on adım. On koca adım var. On adım kadar yakın. On adım kadar uzak. On küçük adımın böylesine uzak hissettirmesi... Sen benim asla sahip olmayacağım mücevherimsin. Ve ulaşılamaz olduğun için daha da değerlisin. Benim lanetim...

Gözlerinde kaybolmak. O iki kahverengi mucize. O gözlerin güzelliği içimi titretiyor. Bir kelime yüzlerce şey anlatabilir, evet; ama bir çift gözün bu kadar çok anlama gelmesi inanılmaz. Bazen gözlerine bakınca öyle şeyler görüyorum ki... Sadece tamamen kendin olduğun, insanlar için taktığın maskeyi çıkarttığın zamanlarda. En çok o zaman gözlerinde yitip gitmek istiyorum. En çok o zaman seviyorum seni.

Düşünüyorum da, başka zaman karşılaşmış olsaydık her şey nasıl da değişirdi... Düşlemekten fazlasını yapmıyor olmamın sebebi, senin küçük bir çocuk gibi davranman. Bir de ikimizin birden katır kadar inatçı olmamız var.
İstediğim bu değil. İki inatçı keçi, ikisi de düşüp boğulur. Aynı hikayedeki gibi. Senden istediğim bu değil.

Zamanın yaraları iyileştireceğine inanmıştım hep. Ama şimdi bakıyorum da, tamamıyla değişmiş olduğum koca bir yılın ardından, içimdeki sen hâlâ aynı. Aslında, benliğimin çok daha derinlerine inmiş. Öldüğüm gün aklımda gülümsemen olacak. Biliyorum.

Senin de bilmeni istiyorum. Seni ne çok istediğimi bilmeni. Seni ne çok sevdiğimi. Bunun gibi onlarca şey... Hepsini kulaklarına fısıldamak istiyorum. Tanrım; ‘kulağına fısıldama’yı aklımdan geçirirken zihnime dolan şeyleri yazabilmek imkansız! Konu sen olunca, bir fısıltı bile öylesine tutkulu ki...

Ama böyle büyük bir mutluluğun, seni izlerkenki sevincimin bir bedeli var. Sen yakındayken, her zerremde yaşadığımı hissediyorum, evet; ama öyle zorluyorsun ki beni. Evet, sen bir cezasın! İşkence ediyorsun bana. Şu bana anlattığın işkence aleti var ya (hani şu şampanya açacağına benzeyen, gerçi sen anlatırken pek anlayamamıştım.) onla her gün işkence etsen bana, bu kadar yanmazdı canım.

Çünkü karasızsın sen! Bir, gözlerime bakıp o delirtici gülümsemenle umut dolduruyorsun içime; bir zehir gibi sözlerinle derimi yüzüyorsun. Ve acınası bir delilikle, bana hakaret ederken bile seviyorum seni. Bana o küçümseyen bakışlarla baktığında bile sarılmak istiyorum.

Ve her şeyi unutup, yine sadece ruhunla baş başa kaldığın zamanlarda; benden başka kimse izlemiyorken seni, işte o zaman....
O zaman nasıl nefes aldığıma şaşıyorum. Sen on adım uzaktayken nasıl yaşayabildiğimi anlayamıyorum. On koca adım! Oysa, sen bana çok daha yakınken bile daha yakın olmanı istiyorum. Nefes alışını hissedebileceğim kadar yakın. Ruhuna sahip olabileceğim kadar yakın.

Bunun nasıl bir tutku olduğunu anlatmaya çalışmayacağım. İmkansız olduğunu biliyorum. Belki sen bunu hissedemeyecek kadar küçüksün. Sadece... sadece hissetmeyi hiç denemediğini biliyorum.

Her şeyini bilmek istiyorum. Zihninin en karanlık köşelerini... Bütün ruhunu. Buna gerçekten inanıyorum. Bazen. Ruhunu kontrol edebileceğime.

Hayır, hayır! Seni anlatmak için sözcükleri kullanmak zavallılık. Faydasız kalıyor cümleler. Ne zaman gözlerimi kapasam oradasın. Sen benimsin, hayalin benim. Başka hiçbir şeyin önemi yok. Canımı hiçbir şey yakamaz. Çünkü sana sahibim. Benim, senin olduğum kadar sen de benimsin. Ruhun, bedenin, gözlerin... Benden nefret etsen de, beni öldürmek istesen de benimsin...

07 Kasım, 2009

...

seni çok özledim...
Kendi hayatımla bana verilen hayatı bir arada yaşayamıyorum. Burası bizim evimiz değil. Yuvamıza döneceğimiz günü bekle hayatım; mutlu olacağız. Bekle. Zor olduğunu biliyorum. Beni de kahrediyor bu... Ama neden? Neden yaşadığımız yerde güvenli hissetmiyoruz? Sürekli savaşmak istemiyorum. Biraz huzur; hayatım...

02 Kasım, 2009

“TOP 93”

"TOP 93" Listem (Sırasız!)
• Phantom of the Opera; Theatre of Tragedy
• Senseless; Theatre of Tragedy
• Dying, I Only Feel Apathy; Theatre of Tragedy
• Lorelei; Theatre of Tragedy
• Mire; Theatre of Tragedy
• Siren; Theatre of Tragedy
• A Rose for the Dead; Theatre of Tragedy
• A Hamlet for a Slothful Vassal; Theatre of Tragedy
• As the Shadows Dance; Theatre of Tragedy
• Velvet Darkness They Fear; Theatre of Tragedy
• Storm; Theatre of Tragedy
• Walkiere Operation Soundtrack
• Rüzgar Gülü; Teoman
• Güzel Bir Gün Ölmek İçin; Teoman
• İstanbul’da Sonbahar; Teoman
• Renkli Rüyalar Oteli; Teoman
• Kupa Kızı ve Sinek Valesi; Teoman
• Çoban Yıldızı; Teoman
• Requiem for a Dream Soundtrack; Clint Mansell
• Saw Soundtrack-Theme Song
• Sweeney Todd Opening Title; Stephen Sondheim
• Godfather Theme Song
• Queen of the Damned; Korn& Slipknot
• Blind; Slipknot
• The Fight Song-Resident Evil Sondtrack; Marilyn Manson & Slipknot
• Engel; Rammstein
• Kokain; Rammstein
• Wish You Were Here; Pink Floyd
• Hey You; Pink Floyd
• Another Brick in the Wall; Pink Floyd
• Scorpion Flower; Moonspell
• In Memoriam; Moonspell
• Your Worst Nightmare; Moonspell
• Sanguine; Moonspell
• Shadow Sun; Moonspell
• Master of Puppets; Metallica
• Die Die My Darling; Metallica
• Sad But True; Metallica
• Nothing Else Matters ; Metallica
• Irresonsible Hate Anthem; Marilyn Manson
• Heart Shaped Glasses; Marilyn Manson
• I Don’t Like the Drugs but the Drugs Like me; Marilyn Manson
• If I Was Your Vampire; Marilyn Manson
• Iron Man (Black Sabbath Cover); Marilyn Manson
• Rock is Dead; Marilyn Manson
• Sweet Dreams; Marilyn Manson
• Tainted Love; Marilyn Manson
• The Fight Song; Marilyn Manson
• The Nobodies; Marilyn Manson
• This is Halloween; Marilyn Manson
• This is the New Shit; Marilyn Manson
• Another Brick in the Wall; Korn
• Bring Me to Life; Evanessence
• My Immortal; Evanessence
• Blank Infinity; Epica
• Chasing the Dragon; Epica
• Cry for the Moon; Epica
• Lacrimosa; Epica
• Memory; Epica
• Solitary Ground; Epica
• The Phantom Agony; Epica
• Three Ways to Epica; Epica
• Death of a Dream; Epica
• Center of the Universe; Epica&Kamelot
• The Coldest Winter Night; Epica&Kamelot
• Helenas Theme; Epica&Kamelot
• Celestial Sea; Empyrium
• The Mark of the Gun; Deathstars
• Sad But True; Apocalyptica
• Carmina Burana; Apocalyptica
• Castlevania; Apocalyptica
• Fight With Fire; Apocalyptica
• Zelda Theme; Apocalyptica
• Angel; Apocalyptica
• I Don’t Care; Apocalyptica
• Smells Like Teen Spirit; Apocalyptica
• Quutamo; Apocalyptica
• Deep; Anathema
• Thinking of You; Katty Perry
• What’s Up People; Death Note
• Death Note Theme Song
• Alışmam Lazım; Duman
• İçerim Ben Bu Akşam; Duman
• Yanmışım Sönmüşüm Ben; Sezen Aksu
• Chapter I: Heavenly Damnation; Haggard
• Charity Absurd; Haggard
• Incapsuled ; Haggard
• Progresive... ; Haggard
• Chapter II: The Final Victory; Haggard
• Origin of a Chrystal Soul; Haggard
• Porphecy Fullfilled (and the dark enter) ; Haggard
• In Pale Moon’s Shadow; Haggard

26 Ekim, 2009

daima onun...

Belki de düşünmemeliyim artık... Acı veriyor diye bırakıp gidemem ya hayallerimi. Unutmak ne güzel olurdu.


Ama hayır; ilk zorlukta kaçıp gidemem, yapamam bunu kendime.
İlk zorluk mu? Önüne çıkanlarla uğraşmaktan önünü göremiyorsun. Ve aklında hâlâ o... yaratık var!
Yaratık! Sürekli hayalini kurduktan sonra yaratık mı diyorsun ona? Sanki...
Sus... Bir hataydı! Asla onu... Hayır, hayır!..
Zaaf mı? Kaçıncı hatan bu? Kaç defa düştün? Her seferinde gelip onun kaldırmasını bekleyerek kaç defa?..
Artık değil. Artık o kadar aptal değilim!
Aptal... Aptallık mı bu? Bütün ruhumuzu önüne sermemiz saflık mı?
Bunu soramazsın bana. Cevabı olmayan soruyu soramazsın. Bulabilseydim cevabını, şimdi burada canımız yanmış, sokakta kalmış kedi yavruları gibi hüzünlü duruyor olmadık.
Onun için bu kadar şey yapmamalıydık...
Eğer durdurabilseydim...
Yapmamalıydık.
Asla.
Ve belki de...
Hayır; bunu hayal etmene izin veremem.
Ama ettik. Her gece bu düşle uykuya dalmadık mı?
Hayır! Hayır! Ha...
İtiraf et küçük kız... Kendimizi kandıramayız.
Görmek istemiyorum! Gerçeği... Duymak istemiyorum!
Ama her zaman o... Orada...
Yalancı! Orası asla onun olmadı. Asla sevmedik onu.
- KAHKAHA- Gerçekten mi? Bu yüzden mi başımız dönüyor ona bakınca?
Ama biz... Biz başkasına...
Evet...
Başkasının...
Her zaman...
Ve sonsuza dek hep onun...
Asla onun, kocaman bir hatanın değil...
Ve aslında...
Sonsuza dek...
Her nefes alışımızda...
Aklımızdan geçen her şey aslında...
Onun...
Ve biz...
Daima onun...

25 Ekim, 2009

My Immortal


I'm so tired of being here
Suppressed by all my childish fears
And if you have to leave
I wish that you would just leave
Because your presence still lingers here
And it won't leave me alone


These wounds won't seem to heal
This pain is just too real
There's just too much that time cannot erase


When you cried I'd wipe away all of your tears
When you'd scream I'd fight away all of your fears
And I've held your hand through all of these years
But you still have all of me


You used to captivate me
by your resonating light
But now I'm bound by the life you left behind
Your face it haunts my once pleasant dreams
Your voice it chased away all the sanity in me
These wounds won't seem to heal
This pain is just too real
There's just too much that time cannot erase


When you cried I'd wipe away all of your tears
When you'd scream I'd fight away all of your fears
And I've held your hand through all of these years
But you still have all of me


I've tried so hard to tell myself that you´re gone
But though you're still with me
I've been alone all along

-Evanescence

23 Ekim, 2009


Maskemi indirmek istiyorum. Senden daha fazla saklanamam. Denedim. Olmuyor. Neden hergün aynı tragedyayı otnuyoruz ikimiz de? Çıkar artık maskeni. Saklanacak ne kaldı artık? Ben kimsem oyum ve senin için vazgeçmeyeceğim yüzümden. Maskemi çıkarttım. Oyun bitti.

17 Ekim, 2009

UYKU...



Gözlerimi kapatmak... Uyumak istiyorum. Sonsuz bir uyku için nelerimi vermezdim... Çok yorgunum...

Kaç yıldır bu dünyadayım? Çok kısa bir zaman bu. Yorulmaya hakkım yok! Ama ben... tükendim. Bu kadar yakınken bırakamam. Bırakmamalıyım. Ama neden? Gücüm kalmadı artık. Beni tükettiler! Niçin kimse anlamıyor? Bunu yapmak zorundayım. Her şeyin bir bedeli var ve ben...

İstemez miydim zannediyorsunuz? Ben de saçının fönü ve Converse’inin modasının geçip geçmediğinden başka derdi olmayan bir kız olabilirdim. Olmak üzereydim de. Siz beni tanımadan önce. Çok net hatırlıyorum... Unutursam ne işe yarar ki?

“Çılgın” olarak bilinen “normal” bir kızdım işte. Eğer bana o zaman söyleselerdi her şeyin böyle olacağını, kilometrelerce koşarak kaçardım sanırım. Ama yapmadım...

Geçen yıl, eylülde... Bir seçim yaptım. Seçtiğim buydu işte. Hiç kimsenin kabullenmeyeceği, deliliğin eşiğinde biri. Pişman olduğumu söyleyemem; bu kendime ihanet olur. Ama seçmediğim şeyi hatırlamak acı veriyor bana.

Evet, ondan vazgeçemezdim... Ama yaptığım seçimin de bedeli vardı. Eğer onu seçmiş olsaydım şimdi bana “Satanist misin?” diye rezil bir soru soracağına, gözlerimin içine bakarak iltifat ediyor olurdu. Hepinizin hayalet görmüş gibi kaçtığı kız olmak için ondan vazgeçtim. Ve bunu asla öğrenmedi. Asla söyleyemem bunu ona...

Benim de hayallerim vardı. Sizinkilere benzer hayaller. Belirsiz karanlığa adım atmak için bütün hayatınızı, hayallerinizi feda eder miydiniz? Ben yaptım. Yeni hayaller buldum kendime. Yeni sevgiler. Kendimi adayacağım yeni şeyler...

Ama onun boşluğu hep kaldı. Doldurmaya çalıştım. Olmadı. Yine onu izlerken buluyordum kendimi.

Artık önemi yok. Yapmam gereken tek şey uyumak. Uyumalıyım... Tanrım, neden uyuyamıyorum? Hayır; onu hatırlamayacağım. Ben onu seçmedim! Sus artık. Beni öldürmeye çalışıyor. Öldür de bitsin... Hayır! Henüz ölemem. Yok olmak kolay. Burada kalıp savaşmak zorundayım. Git başımdan, istemiyorum seni! Git artık. Ben senin değilim. Artık değil. Yine o kazandı. İkimiz de değil. Ölüm her zaman kazanır. İşte bu yüzden öldürmeliyim seni. Affet. Sadece kanın iyileştirebilir beni. Zaman daralıyor. Bitmek zorunda...

Hayır! Bunu sana yapmayacağım. Ben... Ben seni seviyordum. Ama seçtiğim ölümdü; sen değil. O zaman neden hâlâ unutamıyorum gözlerini? Uyku her şeyi unutturur. Uyumalıyım. Uyku iyileştirir beni. Unutturur her şeyi. Uyu artık. Uyu ve unut....

15 Ekim, 2009

Giderken ölüme


Ölürken ne hisseder insan? Bir ses duyar mı? Yoksa Tolstoy’un dediği gibi yabancılaşır mı dünyaya ve olanlara?
Hayatın film şeridi gibi gözünün önünden geçmesi abartı bence. Sadece sizin için önemli olan anılarınızı hatırlayacağınıza inanıyorum ben.
Bir zombi gibi, uyuşmuş, sağır bir şekilde geçip gider anılarınız. Sonra sizin için en önemli olan şeyde, belki de kişide takılıp kalırsınız. Su yüzüne çıkan bir tahta parçasıymışçasına öteki anıların üstüne çıkar o şey. Sessizliğin ve sonsuzluk hissinin içinde, zihninizde bir yerlerde yavaşça yüzer.
Ruhunuzu sarsan bir şarkının kırık melodilerini duyar gibi olursunuz. Tutunduğunuz, yüreğinizle inandığınız bir cümlenin sözcükleri su yüzüne çıkar ama toparlayamaz, söyleyemezsiniz bir türlü.
O değerli yüzün gülümsemesini hatırlarsını silik bir rüya gibi.
Kısacık bir an pişmanlıkla tebessüm edersiniz; yaptıklarınız ve yapmadıklarınız için...
Bir sonsuzluk duygusu kaplar içinizi... Evet, ölümsüzlük...




11 Ekim, 2009

boşlukta yüzüyorum... bırak beni! bırak da öleyim...

08 Ekim, 2009

Dünya’yı Sarsan İstatistikler...

Bir Japon kadını ortalama 84 yıl, bir Botswanalı kadın sadece 39 yıl yaşıyor.
§ Rusya'da yılda 12 binin üzerinde kadın aile içi şiddet sonucunda hayatını kaybediyor.
§ 15 yaşındaki İngilizlerin yarısı uyuşturucu kullanmış, dörtte biri sigara içiyor.
§ Dünyadaki obez nüfusun üçte biri, gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.
§ ABD ve İngiltere, gelişmiş ülkeler arasında en yüksek erken hamilelik oranına sahip.
§ Çin'de 44 milyon kadın kayıp.
§ 2002'de idamların yüzde 81'i ABD, Çin ve İran'da gerçekleşti.
§ İngiliz süpermarketleri, müşterileri hakkında hükümetten daha fazla bilgiye sahip.
§ AB'deki her inek için verilen günlük 2.50 dolarlık sübvansiyon, Afrika'nın yüzde 75'inin günlük geçiminden daha fazla.
§ 70'in üzerindeki ülkede aynı cinsten iki kişinin ilişkisi yasak,9'unda ise cezası ölüm.
§ Dünya nüfusunun beşte biri, günlük 1 dolarında altında gelirle yaşıyor.
§ 1 yılda 13.2 milyon Amerikalı, estetik ameliyat yaptırdı.
§ Kara mayınları nedeniyle saatte bir insan ölüyor ve sakat kalıyor.
§ Hindistan'da 44 milyon çocuk işçi var.
§ Sanayileşmiş ülkelerde insanlar, günde 6-7 kg katkı maddesi yiyor.
§ Dünyanın en çok kazanan sporcusu golfçu Tiger Woods, yılda 78 milyon dolar, yani saniyede 148 dolar kazanıyor.
§ Amerikalı 7 milyon kadın, 1 milyon erkek yeme bozukluğu çekiyor.
§ Washington'daki lobi endüstrisinde 67 bin kişi, her seçilmiş kongre üyesi için 125 kişi çalışıyor.
§ Motorlu araçlar dakikada 2 insanı öldürüyor.
§ Mc Donalds'ın altın kemerini tanıyanların sayısı, Hıristiyan tacını tanıyanlardan fazla.
§ Kenya'da bir ailenin gelirinin üçte biri rüşvete gidiyor.
§ Dünyadaki yasadışı uyuşturucu pazarı 400 milyar dolar.
§ Amerikalıların üçte biri, uzaylıların geldiğine inanıyor.
§ 150'den fazla ülkede işkence var.
§ Her gün dünya nüfusunun yedide biri, yani 800 milyon insan aç kalıyor.
§ Amerikalı siyah erkeklerin hapse girme ihtimali, yüzde 33.
§ Dünyanın üçte biri savaş halinde.
§ Petrol rezervleri 2040'da tükenebilir.
§ Sigara içenlerin yüzde 82'si gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.
§ Dünya nüfusunun yüzde 70'i, bugüne dek hiç çevir sesi duymadı.
§ Silahlı çatışmaların dörtte biri, doğal kaynakları ele geçirmek için yaşanıyor.
§ Afrika'da 30 milyon kişi AIDS.
§ İntiharla ölenlerin sayısı, çatışmalarda ölenlerden fazla.
§ Her yıl 10 dil ölüyor.
§ ABD'de her hafta ortalama 88 öğrenci sınıfa silah getiriyor.
§ Dünyada en az 300 bin düşünce suçlusu var.
§ Silahlı çatışmalarda 300 bin çocuk asker savaşıyor.
§ İngiltere'de 2001 seçimlerinde 26 milyon kişi, Pop Idol'un ilk sezonunda 32 milyon kişi oy kullandı.
§ ABD, pornografiye yılda 10 milyar dolar harcıyor.
§ ABD, "haydut devlet" diye ilan ettiği 7 ülkeden 33 kat daha fazla askeri harcama yapıyor.
§ Dünyada 27 milyon köle var.
§ Amerikalılar çöpe saatte 2.5 milyon plastik şişe atıyor, yani her üç haftada bir Ay'a ulaşmaya yetecek uzunlukta şişe birikiyor.
§ Yoksul aile çocuklarının psikolojik sorun yaşama ihtimali, zengin aile çocuklarına göre 3 kat daha fazla.
§ Sıradan bir İngiliz, günde yaklaşık 300 defa kameraya yakalanıyor.
§ Yeni Zelanda'dan İngiltere'ye uçakla getirilen bir tane kivi, atmosfere kendi ağırlığının 5 katı sera gazı salıyor.
§ ABD'nin, BM'ye 1 milyar dolardan fazla borcu var.
§ Her yıl 120 bin kadın veya genç kız, Batı Avrupa'ya satılıyor...
Dünyanın nasıl da çürüdüğünü ve etraftaki leş kokusunun sebebini anlamışsınızdır diye umuyorum.
Ve Marilyn Manson’ın dediği gibi:
The death of one is a tragedy
The death of one is a tragedy
The death of one is a tragedy
The death of a million is just a statistic!

Birinin ölümü trajedidir. Bir milyonun ölümüyse sadece İSTATİSTİK! Evet; işte biz bu kadar pisliğiz...

04 Ekim, 2009

natalie shau'dan..















































































































































































































































































































































































































































































































Natalie Shau'nun sanatını seviyorum. Size bir kaç örnek...